Tamam! Ben de eksik kalmayayım.
Elbette seçim sonuçları ve 49.5'in anlamı üzerine iki çift laf edeceğim.
Fakat şu sıra anketçilerin tartışmasıyla eğleniyorum.
Sanırsınız ki, beyler sular seller gibi seçim sonuçlarını bilmişler, geriye AK Parti 7 Haziran'a göre fazladan oyu nereden aldı, tartışması kalmış. MHP'den, HDP'den oy aldı mı, almadı mı diye kavga ediyorlar.
15 Ekim'de "ufukta 7 Haziran'ın tekrarı gözüküyor" diye röportajlar veren KONDA genel müdürü Bekir Ağırdır iki gündür müthiş bir performans çıkartıyor.
Kürtlerin gerçekte seçime gitmediğini, HDP'ye giden oyların dönmediğini, kitleleri asıl kutuplaştıranın Erdoğan olduğunu anlatıyor.
Yersen, tabii!
Umarım, bu son olur! Kamuoyu, bundan böyle araştırmacılara büyük sosyal bilimci (!)muamelesi yapmayı bırakır.
Bizim siyaset sosyologlarımız ve kamuoyu araştırmacılarımız üç temel nedenle halkın eğilimlerini çözmekte çuvallıyorlar.
Birincisi...
Tanzimat'tan bu yana kötü bir alışkanlığımız var: Gazete fikriyatını sosyal analiz sayma alışkanlığı... Sosyal bilimciler ve araştırmacılar bile bu alışkanlığın etkisi altında. Oysa eşin dostun fikirlerine bakmak bile toplumu gazeteler üzerinden okumaktan iyidir.
İkincisi...
Jakoben eğitimden geçmiş birçok kültürde olduğu gibi bizde de halk bir gerçeklik değil, "kurgulanan" bir ideal. Eh, böyle bir paradigmadan sosyal bilimlere uygun gerçekçi tahminler çıkmaz.
Üçüncüsü...
Anketçinin de, sosyal bilimcinin de, köşe yazarının da donanım (alet edevat) kutusu çok demode. Ya kaba ideolojiler üzerinden ya da çıplak ekonomik çıkarlar üzerinden yürüyorlar. Komik tabii ama komik olduğunun farkında değiller. "Duygular sosyolojisi"ne, "arzu yatırımları"nın toplumsal tercihlerdeki rolüne falan fena halde yabancılar.