Hatırlıyorum, yıllar önce "haydi sallanma, bitir artık okulunu!"
diye çıkışmıştım...
"Bitirmem lazım ama psikolojim bozuk" diye yakınmıştı.
Aradan yıllar geçti...
Geçen gün karşılaştık.
Hayatının nasıl sorunlar yumağı haline geldiğini anlamak için onu
beş dakika dinlemek yeterdi.
Dost bildiklerinin tamamı foslamış, akraba diye güvendikleri kazık
üzerine kazık atmıştı.
İş tercihi giderek bir köleliğe dönüşmek üzereydi.
Çok belliydi ki, böyle giderse, pek yakında eşi ve çocuğuyla da
arası açılacaktı.
"Kopar" dedim; "bu hayat tarzıyla bağlarını kopar; iyi insanlarla
ilişki kur ve ekonomik durumun henüz bozulmamışken bir başka işin
planını yapıp harekete geç!"
Dışarıdan böyle konuşmak kolay tabii. Fakat şimdilik elimden
başkası gelmezdi.
Nasıl karşılık verdiğini tahmin edersiniz...
"Çok haklısın! Hele bir psikolojim düzelsin, dediklerini
yapacağım."
Ne yalan söyleyeyim, "Be çocuk! Psikolojin zaten bu yüzden bozuk"
falan deyip konuşmayı uzatmak istemedim.
İnsandan, hatta toplumdan bile bahsederken konunun
"psikanalitik" boyutlarına dikkat çeken biriyim, biliyorsunuz.
Fakat gündelik hayatta her köşeye sıkıştığımızda "psikolojizm"
tuzağına düşmemiz beni hasta ediyor. (Efendim elbette Husserl'in
eleştirdiği felsefi psikolojizmden falan söz etmiyorum; kastettiğim
gündelik hayattaki uyduruk bahanelerimiz.) Bakıyorsun...
Adamın "hücre"sinin kapısı açık.
Çıkıp gitmiyor.
Neymiş, psikolojisi bozukmuş! Dışarıdan korkuyormuş, zaten mecali
de yokmuş!
Bakıyorsun...
Aklı başında bir kadın...
Ama görümcelerinin, arkadaşlarının, hatta sosyal medyanın haset,
imrenme, yarışma anaforundan çıkamıyor; boğuldu boğulacak...
Oysa o girdaptan kurtulması için hayatını bile değil, sadece hayata
bakışını değiştirmesi yeter!
Ama ne yapıyor?
"Psikolojisinin düzelmesini" bekliyor.
Daha çok bekler!