Günümüz insanının en büyük mutsuzluk kaynağı mutluluk
takıntısı.
Şöyle listeleyebiliriz...
Mutlu olma hırsı...
Mutsuz olma endişesi...
Mutluluk hasedi...
Ve bitmez tükenmez mutluluk arayışı...
Kabul etmek işimize gelmese bile içten içe gerçeğin aşağı yukarı
böyle olduğunu biliyoruz.
Ben bu listeye artık bir tür "yorgunluk hali"ni de eklemeyi doğru
buluyorum. Mutlu olmak için o kadar çalışıp çabalanıyor ki,
sonuçlarından emin olmak zorlaşıyor ve final dehşetli bir
bitkinlikle geliyor.
Aslında bunları geçmişte bu köşede çok konuştuk.
Ama bu mutluluk arayışlarımızın bizi nasıl berbat/ bencil/ kayıtsız
insanlar haline sokabileceğini de konuşmanın zamanı geldi.
Mutlu olayım, derken içerden çürüyüşümüzü hani...
Geçen gün bir psikolojik uzmanlık ve rehberlik bürosunun internet sayfasının başında kocaman harflerle yazılmış şöyle bir cümleye rastladım: "Mutlu olmayı hak ediyorsunuz!"
Pes artık, dedim.
Ayıp hatta!
Liberal dünya görüşünün olur olmaz şeyleri hak, hukuk konusu saymasının nasıl bir yalan üzerine kurulu olduğunu geçen otuz yılda bütün dünya anladı. "Şunlar insan, hakları var; ötekileri boş ver, hepsi çöp!" demenin şık örtüsü...
Üstelik "mutluluk havarisi" kişisel gelişim saçmalamalarının en büyük hilesi bizi sanki dünyada tek başımıza yaşıyormuşuz havasına sokması.
Utanmasalar, yoksulluk da, hastalık da insanın iradi seçimi diyecekler. (Zaten Batı tarihine bakanlar Kalvenistlerin bunu dahi iddia ettiklerini görürler; oraların düşünce ve inanç dünyasında eski bir hikâyedir bu.) *** Ama gelin şimdi...
Konuyu en basit tarafından ele alalım...
Sokak diliyle bakalım yani...
Kim bu mutlu olmayı hak eden?
Tanıyor musunuz?
İyi bir insan mı bakalım?
Cömert mi?
Fedakâr mı?
Dürüst mü?
Kalbi sevgi ve şefkatle dolu mu?
Değilse...
Bırakın yahu...
Niye hak etsin?
Keşke mutsuz olsa...
Belki o zaman halini fark edip toparlanır!