Bazı insanlar vardır. İçlerindeki gündelik hayat gaddarlığı
yüzlerine yansır. Saklayamazlar.
Mimiklerinden bencillik akar.
Jestleri Berlin Duvarı gibidir. Kendi gibi olanlarla
ötekiler arasına geçilmez bir engel koyar.
Eh, ne hali varsa görsün, deyip geçme imkânınız varsa, talihlisiniz
demektir. İlle de konuşmak zorunda kaldıysanız, havadan sudan
konularla idare edersiniz.
Fakat ya konu ciddi sosyal meselelere dönerse... Suratını tiksinir
gibi ekşiterek başkalarından şikâyet etmeye başlar, memleketin
halini yerden yere vurursa...
Hele bir de o berbat cümleyi kurarak "biz ne ara böyle insanlar
olduk?" diye sorarsa...
Yandınız demektir. Mide bulantınızı durdurmak zorlaşır.
Moda deyimler sıkıntılarımızı, kaçışlarımızı, yalanlarımızı,
bastırdığımız gerçekleri fena halde dışa vururlar.
Şu sıralarda sosyal ve geleneksel medyada pek tutulan "ne ara böyle
olduk?" sorusu da böyle bir deyim.
Neresinden baksanız...
Uyduruk bir "masumiyet" şaşkınlığı.
Pisliğe hiç bulaşmadan derhal sıvışma çabası.
"Ben çok iyiyim, herkes nasıl da kötü" havası.
Üstelik epey "beyaz" ve yukarıdan bir bakış. (O yüzden esmerlerin
bu kalıbı taklit etmelerine tahammül edemiyorum, açık
söyleyeyim.)