1954 yılında New York'ta Waldorf Astoria otelinde bir gece...
Başbakan Adnan Menderes, Başbakan Yardımcısı Zorlu ve Dışişleri
Genel Sekreteri Nuri Birgi Washington D.C'ye geçmeden önce son bir
toplantı yapıyorlar.
Ekonomik destek almak için oradalar.
Öyle atla deve değil.
Bütün talepleri dört yıla yayılacak 75 milyon dolarlık bir
kredi.
Menderes endişeli. Soruyor: "Ya bu adamlar bizden devalüasyon
isterse?"
Çok geç saat olmasına rağmen New York'ta bulunan Amerikan
Büyükelçisi Warren'ı çağırıyorlar. Elçi "Evet!" diyor; "devalüasyon
konusu masaya gelecek!"
Menderes, "o zaman her şeyi iptal ediyorum, dönelim" diyor.
"Aman sakın, tamam, hallederiz" türünden telkinler birbirini
izliyor.
Sonra ne oluyor?
Dönüyorlar mı? Hayır!
Sesleri çıkıyor mu? Hayır!
Ama istedikleri düşük kredi miktarı bile çıkmıyor. 30 milyon
dolarlık hibeyle geri dönülüyor. Türkiye'nin istediği ekonomik
yardım paketi 1958 devalüasyonuna kadar açılmıyor.
Tabii ABD aynı dönem içinde yerli silah fabrikalarımızı
kapattırırken topraklarımızdaki askeri yığınağını da artırıyor.
İşin gerçeği şu ki..
ABD ile ittifakımız, yakınlığımız, ortaklığımız hep bu çerçevede
yürümüştür.
Medya eğlence, kültür ve hayat tarzı promosyonuyla bu "acıklı
beraberliği" perdelemiş; Ankara'nın gönüllü veya gönülsüz teslim
oluşları da kâr etmemiş; NATO iradesine bağlı darbeler birbirini
izlemiştir.
Bunu niye vurguluyorum?
Şundan...
Bazı çevreler durup durup "Yeni Türkiye"nin neresi yeni diye
soruyorlar ya...
İşte tam burası yenidir!
Çünkü ekonomik darbeleri, yargı darbelerini, askeri darbe
girişimlerini dize getiren bugünün Türkiye'si hem Washingon'a, hem
de diğer yıllanmış ortaklıklarına "kendine gel!" diyebiliyor.