Basmakalıp kültürel yargıları severiz.
Rahatlatıcıdırlar...
Zihnimizde kaotik bir fırtınanın esme ihtimalini bir anda
silerler.
Üstelik güven de verirler...
Karanlık labirentlerde sorular sorarak dolaşmanın ne âlemi vardır!
Bu budur, şu bu kadardır, zaten öyledir, işin gerçeği odur, falan
dersiniz ve sonra söylediğinize sırtınızı dayayıp keyfini
yaşarsınız.
Ama bir an gelir...
Yıpranmış klişe yargılar bizi tuzağa doğru iter; zihnimizi
bulandırır, olaylar bu yolla unutulmaya terk edilir ki, işte o
fenadır.
Belli ki Suud devletinin üst kademesinden gelen emirle ortadan kaldırıldı Kaşıkçı.
Ama plan tam yürümemiş görünüyor.
Tam bu noktada kabullenmek zorundayız ki, "bedevi caniler insanı böyle kıtır kıtır keserler"; "Suud devletinden zaten ne beklenir ki" türünden yargıların ortama hâkim olması (zihinlerimize konfor verse de) gerçeği bütün yönleriyle anlamamıza yardımcı olmadı.
Tersine, belki de bu ortam hem "Neden İstanbul?" sorusunu perdeledi hem de katillerin arkasına dolanıp esas planlayıcılar ve teşvikçilerle yüzleşmemizi engelledi.
Şimdi bakıyorum da...
"Kaşıkçı gerçekte kimdir?" sorusuna dahi bir cevap bulamadık.
(Ara not: Mossad ve CIA'nın yabancı diplomatik misyonlarında böyle çok işe kalkıştıklarını nedense kimse listelemez ve hatırlamaz!) *** Oysa Başkan Erdoğan'ın Washington Post'a yazdıkları arasında geçen bir cümle yeterince kritiktir: "Hiç kimse bir daha bir NATO müttefikinin toprağında böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir."
Bu cümlenin yol açtığı sorular önemli.
İşin i...