Pes demek yetmiyor.
Yuh çekmek çare olmuyor.
Tam "bu kadarı fazla, bu kadar olamaz" dediğimizde
hep daha fazlası olduğu gerçeğiyle yüzleşmek yıpratıcı
oluyor.
Bilmem, mahvolmuş Halep'e turistik geziler düzenleyen
Esed yanlılarının fotoğraflarını gördünüz mü?
Bombalarla harap olmuş tarihi binaların önünde toplu halde kadraja
sığmaya çalışan gülen yüzler...
Yıkık bir avludaki antika otomobil enkazına girip selfie
çekmeler...
Sanki bir popüler dergiye film setinde poz veren aktrisleri andıran
havalar...
Oysa şehirde sıkışmış on binlerce mazlum insanın tahliyesi bile
henüz tamamlanmadı.
O fotoğrafların çekildiği yerden birkaç
kilometre uzakta birtakım katil sürüleri hâlâ
yaralıların taşındığı ambulanslara saldırıyor, otobüsleri
kurşunluyor.
İçimizde uyanan öfkeyi bir an için kenara bırakmaya çalışıp öyle
bakalım...
Cep telefonuyla bütünleşmiş bedenlerin içinden "ruh" çekip
gitti.
Hepimiz iyi ve ilginç bir fotoğrafı iyi hayat sanan
sersemler olmaya doğru hızla ilerlemiyor muyuz?
Halep'tekiler bu gerçeğin en zalim, en kendini bilmez
örnekleri...
İnsan bu fotoğraflardakilerin ellerinde tuttukları selfie
çubuklarını başlarında kırmak istiyor.
Fakat bir yandan da sükûnetle sorgulamak lazım...
Halep'te çekilmiş bu fotoğraflarla bambaşka ülkelerde, bambaşka
ortamlarda çekilmiş; hani her anı, her yaşantıyı "suiistimal eden"
ve mahcubiyet duygusu nedir bilmeyen fotoğraflar
arasındaki mesafe çok mu uzak?