eçen gün annemle rahmetli dedemi andık.
İlk kez ayrıntısıyla anlattı.
Her akşamüstü anneannem dedemin uzaktan eve doğru gelişini
gözlermiş. O zamanlar Pendik İstasyonuyla ev arası bir bölümü yaban
zeytinlikten oluşan boş bir arazi. Dedem paltosunun iki yakasını
kaldırmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş halde uzakta görünmüşse,
anneannem dizlerini dövmeye başlarmış: "Kesin yine gömleği fanilayı
birilerine verdi, içi çıplak geliyor!" Hakikaten eve gelip de
paltosunu çıkardığında dedemin ya üstü tam çıplak ya da bir
fanilayla kaldığını görürlermiş.
Anneannem "hasta olacaksın be adam!" diye söylenmeye başlayınca
dedem "üzerimde palto, evde de dolu gömlek, kazak var; sen bir de
onları düşün, lime lime bir bez parçasıyla kalmışlar, donsunlar
mı?" dermiş.
Annem "babam bunu çok sıradan bir görev gibi yapardı; çocuktuk,
bizim de uzun uzun bunların lafını etmemizi istemezdi" diye
anlattı.
***
Peki laf nasıl oraya geldi?
Onu da anlatayım...
Annem tv ekranlarındaki ilahiyatçıları ve farklı bir gündem
açıyormuş gibi yapıp her şeyi gizeme bürüyen tv tartışmalarını
izlemeyi seviyor. Tabii her ziyaretine gidişimde bana da "kıyamet
alametleri", "kabir azabı", "ruhlar", "evrim meselesi" ve benzeri
konularda sorular yöneltiyor.
Bu sefer "Hep bunları mı izliyorsunuz?
Haydi iman ve ibadet konusunu geçtim; mesela infaktan, sadakadan,
ihtiyacından fazlasını muhtaç olana vermekten söz eden yok mu"
deyip "halbuki asıl olan o konular" diye itiraz edince...
Babasını hatırladı annem.
Sonra dertlendik.
Nasıl dertlenmeyelim ki!
Bir kez gelenek çözülmeye görsün...