Metropolmüş, şöyle büyükmüş, böyle zenginmiş, öyle gelişmişmiş... Sonra kar geliyor ve usul usul yerleşiyor. Gerçekten mucizevi bir şey; koca şehir küçülüyor, mesafeler büyüyor.Çünkü kar tutunca, her yer taşra. İbret dolu ve ne güzel!
***
Neden şehrin ortasındayken bile kar yağışı uzak kasabalara
sürüklüyor ruhumu? Neden çok zamandır tren geçmeyen bir kasaba
istasyonunda otursam, otursam, baksam öyle etrafa, ruhum ancak
öyle dinlenirmiş gibi geliyor?
Perşembe günü kar yağışı altında epeyce uzun yürüdüm. Tipiye rağmen
güzeldi. Özlemişim. Aklıma İbrahim Tenekeci'nin karın o sarsıcı
sözleri geldi: "Kendinizi kar tanesinin yerine koyun. Bir şehre
yaklaşıyorsunuz. Diyelim ki İstanbul'a. Tuz dolu yüzlerce
kamyon sizi bekliyor. Homurdanan insanlar, fazla mesaiye bırakılmış
belediye işçileri, vd.Siz olsaydınız gelir miydiniz? O yine de
geliyor."
Kar her şeyi örtüyor deriz. Bu kalıbı severiz. Hayır! Yanlış. Her
şeyi değil. Karla üzerlerindeki örtünün kalktığı şeyler de
var: Merhamet. Mesafenin ürpertici hakikati. Ve özlem.
Karlı bir gün, üstünüz başınız bembeyaz. Kapıyı itip hangisinden
içeri girmek istersiniz? Sıcacık, şık, rahat bir kafe mi,
yoksa tezgahın önündeki camları buğulanmış, bir köşede hem süt hem
de çay kaynayan bir börekçi mi? Böyle bir güne yakışan ve
insanı içeri çağıran ikincisidir. Bir de kapının her açılışında
içeri ayaz vurması vardır ki, insanı nasıl diriltir!