Geceleri seviyorum... Uzaklıklar yakınlaşıyor; faili meçhul sevgiler ete kana bürünüyor;bildiklerim birer birer çekip gidiyor, sonra bilmediğimi biliyor, bununla uzlaşıyorum.
***
Geceleri seviyorum... Çünkü gecenin bir aydınlığı var.
Dışarıda değil, içerimde. Ne zaman gecenin koynuna çekilsem,
içim ışıl ışıl...
Geceleri seviyorum... Cahit Sıtkı'nın o güzelim şiirindeki "kışları
güneşi özleyen, koynunda güneşle beraber uyuyan çocuk" gibiyim
hala. Ama insan belli bir yaşa gelince, gece bir "yolculuk" olup
çıkıyor. Artık gecenin bize bir ayet kılınışını ve duanın
istemek değil, aslında "dinlemek" olduğunu daha iyi
anlıyorum.
Neden bu kadar çok nefret var? Birbirimize bu kadar
"yakın" olmak zorunda değiliz ki!
Hep bir yerden başka bir yere kaçmaktan söz ediliyor. Herkesin aklı
kaçmakta... Fakat kimse ait olduğu "hayat tarzı"ndan kaçmaya
cesaret edemiyor. O halde kaçış yok!
Sabır yok denecek kadar az. Sevgi durup yoğunlaşamayacak kadar
uçucu. Hayaller dolup taşacak kadar çok... Sonuç? Kızgınlık,
kırgınlık ve muazzam bir can sıkıntısı.
Bir kafede oturuyorum. Rüzgar arka masamda oturan anne ile on dört
yaşlarındaki oğlunun konuşmalarını taşıyıp getiriyor. Anne sürekli
"oğlum, hayatta hiç değilse tek bir hobin olsun" telkininde
bulunuyor. İstiyor ki