Baba, çiftliğimizin bahçe bölümüne karaağaç fidesi dikmek
istiyorum, ne dersin?"
Birinci büyük savaş sırasında Alman şansölyesi Theobald von
Bethmann Hollweg'e oğlu böyle bir mektup göndermişti.
Hollweg'in cevabı netti...
"Hiç gerek yok, zaten otuz yıl sonra oralar Rusların olacak,
bu ağaçlar çok yavaş gelişiyor,
büyüdüklerini göremezsin."
Gerçekten de tam öyle oldu.
Brandenburg'daki aile çiftlikleri ikinci büyük savaş sonrası Rus
ordusunun karargâhı oldu.
Politikacılar geleceği hissederler...
Ama politika sezgilerle, hislerle yapılmaz.
"Yaklaşmakta olan"dan kafa karıştıracak biçimde konuşmak
politikanın rasyonel çerçevesine aykırıdır, hisler aile ve dostlar
arası sohbetlerde kalır, öteye geçmez.
Tabii yazıp çizenlerin hâlini de tarihten biliyoruz.
Bazen hisler de iyice "benmerkezci" bir hâl alır ki,
eyvah!
Ah! Avrupa, hep böyledir...
1913 yılında Berlin'e gidip nişanlısı Felice'nin elini
tutmaktan başka bir şey düşünemeyen Kafka'nın bir yıl sonra
olacaklar zihninin kıyısından bile geçmiyordu.
Birçok yazar ve ressam 1913 yazında Venedik'te "geleceğin
ufkunda beliren insanlığa dair umut ışıkları"na kadeh
kaldırıyorlardı.
Gazeteciler mi?
Onlar politikacıların dedikodusuyla idare
ediyorlardı; Lloyd George ne dedi, Çar
Nikola'nın sıhhati yerinde mi, Raymond Poincare edebiyatı
mı daha çok seviyor yoksa siyaseti mi tartışmaları
yetip de artıyordu.***
Gelelim bugüne...
Pandemi ortamı kendine özgü medcezirleriyle yeryüzünü bir
tür "dünya savaşı" ortamında tutuyor.
Böyle bir şeyin olacağına kimseler inanmamıştı ama oldu.
Fakat bir yandan da ufak ufak sıcak çatışmaların fitili
ateşleniyor.
Manzara ortada...
Hızlı silahlanma yarışı, sınır anlaşmazlıkları, gerginlikler,
restleşmeler, yığınaklar, vd.
Biliyorum, tıpkı pandemi gibi kimse bir sıcak ve büyük savaşa
da inanmıyor.
Lakin bakıyorum da...