Dünya gaza basmış sol şeritten nereye gittiğini bilmeden
gidiyor...
Memleketin hali belli...
Yazılacak, tartışacak, dertlenecek çok şey var.
Ama insanız işte!
Bütün bunlar bir yana...
Bir yanımız gelincik tarlalarını özlüyor; öte yanımız Yuşa
Tepesi'nde dalmış gitmiş.
O halde nicedir açmayı düşündüğüm konuyu bugün açayım...
Bazen ya şarkılar, türküler olmasaydı diye
düşünürüm...
Yani aşk mesela...
Şarkılarda, türkülerde hüküm sürüp bizi etkisi altına
almasaydı...
Dilimize takılmasalar, aklımızda dolanmasalardı...
Böyle hesaplar kitaplar içinde, böyle "hizaya
girmiş" bir hayata tahammül edebilir miydik?
Kurumuş çeşmeler gibiyiz.
Ama şarkılar sağ olsun, suyun serinliğini, pırıltılı
berraklığını, şırıltısını hatırlıyoruz.
Bütün benliğimizi esir almış gelecek projeleri ve endişeleri
birden çekip gidiyor; bir bakıyoruz ki, "yüreğimizde kor
sürgün" özlemler varmış meğer, şarkıcıyla birlikte
mırıldanıyoruz.
İyi bu, hiç yoktan iyi...
Fakat bazen basbayağı aldatmaca!
Bunun bir de edebiyatseverler ve "okumuş
çocuklar"la ilgili bir yansıması var.
Son zamanlarda beni rahatsız eden bir şey...
Olay şu...
Biraz da sosyal medya etkisiyle güzel bir şiiri ve güzel bir
iki dizeyi "müsekkin" olarak algılamaya başladık gibi
geliyor bana.
Şehrin betonundan şikâyet eden bir dize bizi bir iki
saniyeliğine köyümüze götürüyor sanki.