2012 yılı Kasım ayıydı. Özgür Mumcu Radikal'deki yazısına şöyle giriş yapmıştı: "İnsanın öldürülmüş babasının arkasından annesinin yazdığı bir kitap hakkında yazması ise benim becerebileceğim bir iş değil."
Doğrusu, ilk önce bana garip gelmişti.
Anne Mumcu oturmuş suikast sonrası yaşadıklarını bir bir yazıya döküp "İçimden Geçen Zaman" adıyla kitaplaştırmıştı.
Kitap hemen çoksatarlar listesinde tepeye yerleşmiş ve medyada tartışılmaya başlanmıştı.
Çünkü suikast ve dönemin karanlık dünyası hakkında çarpıcı sorular ortaya koyuyordu.
Sadece iki örnek...
Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım neden 1996 Kurban Bayramı'nda Güldal Mumcu'yu ziyaret edip garip laflar etmişti?
Mumcu cinayetinin "uluslararası istihbarat örgütleri, mafya ve karanlık güçler" tarafından işlendiğini söyleyen savcının evinde ölü bulunması ve alelacele defnedilip dosyasının kapatılması "sıradan bir olay" mıydı?
Oğul Mumcu işte böyle bir kitap üzerine iki satır yazmaktan bile kaçınıyordu.
Topu kız kardeşine atmış, onun kitabın hazırlık safhalarını anlatan yazısını alıntılamayı tercih etmişti.
Belki de anlaşılır bir duyguydu bu.
Bir köşe yazısıyla bile olsa bütün hayatlarını ağır biçimde etkileyen o korkunç olaya dönmek istemeyebilirdi.