Kuşaklar boyu şöyle öğrettiler bize...
Batı'dan gelen romanı, filmi, şarkıyı gökten zembille inmiş bir
armağan gibi kabul edeceksin...
Taşıdığı kültürel derinliği sorgulamayacak, dinine imanına
bakmayacaksın...
Bu teklifi yuttuk, sindirdik.
Kendine "aydın" payesini verenlerin eğitimli cehaleti böyle böyle
büyüdü.
Tam da bu yüzden...
Dostoyevski'nin iman sancılarını hiç anlamadı bizim okumuşlar, onu
"ezik" Cihangirli entelektüelin 19. Yüzyıl Rus versiyonu gibi
algıladılar.
Hâlâ Andre Gide'in "Dar Kapı"sında sadece umutsuz bir aşk hikayesi
gören tanıdıklarım var.
Sinemada da öyle...
Amerikan romantik komedisinin bir New York Yahudi cemaati ürünü
olduğunu görmeye yanaşan yok. Sürekli yerli taklitlerini üretip
neden başarısız olduklarını da bu yüzden anlayamıyorlar.
Ne gezer!
Ne şimdiki popçuların nasıl olup da "küreselci tek tip toplum ve ideoloji" anlayışının en güçlü temsilcileri olduğunu görebiliyoruz, ne de eski rock müzik ünlülerinin beyinlerimizi nasıl mıncıkladığını anlayabiliyoruz.
Bir zamanlar Chris De Burgh'e bayılırdık.
Daha çok "Lady in Red'ini severdik ama "Crusader" parçasını döne döne çalmışlığımız da vardır. Adam defalarca ülkemize gelip konser verdi ama bize şarkılarıyla ne anlattığına hiç bakmadık!
Geçen gün Alev Alatlı'nın "Fesüphanallah"ını okurken karşılaştım.
Doğruydu yahu!
Chris De Burgh, resmen "Haçlı seferleri" zamanına dönüyor ve "Kudüs kaybedildi, Kudüs kaybedildi" diye ağlıyordu ve biz bunu hiç umursamamıştık.
Şarkının içliliği onun bu militan kederinden kaynaklanıyordu; adam şarkısında Selahaddin Eyyubi'ye hakaret edip duruyordu, biz fark etmiyorduk. *** Mesele Alatlı'nın deyimiyle "dil bilmez safitirkler" olmamızdan mı kaynaklanıyordu, emin değilim.
Hatırlıyorum, şarkı sözlerini çevirerek dinlemeyi o yıllarda da severdik.
Mesele yetiştirilme biçimimizdi...
Mesele kimin dini olursa olsun, din ve iman konularına karşı kayıtsızlığa şartlandırılmış zihnimizdi.
Şimdiki kuşaklar uyandılar mı?
Uyandılarsa, nasıl uyandılar?
Yoksa, bu sefer bilinçli bir nasırlaşma ve inkar mı büyütülüyor?