Siyasi gündem dur durak bilmiyor. Ama havayı biraz
değiştireyim...
Bugün yazıma güzel, küçük bir butik otelin kahvaltı salonunu
anlatarak başlayayım...
İlk ben gelmişim.
Kahve, çay, sonra biraz pişi, bir dilim beyaz peynir, birkaç zeytin
ve iki kaşık kayısı reçeliyle kahvaltımı tamamlayıp herkesten uzak
bir köşede kitaplarımı okuyacağım. Aklım biraz da güneş
yükselinceye kadar sürecek kuş cıvıltılarında. Vakti kaçırmadan
terasa çıkmalıyım.
Derken otel misafirleri sökün etmeye başlıyorlar.
Her yaşam tarzından birer numune halinde çocuklu çiftler, arkadaş
ve akraba grupları, vd.
Selam yok.
Gülümseme? Hiç yok.
Her gelen diğerlerine düşmanmış gibi bir bakış atıp minik açık
büfeye koşuyor.
Abartmıyorum, sanırsınız ki, az sonra birden büyük bir kavga patlak
verecek!..
İçimden "ne oluyoruz yahu?" diye geçiriyorum.
Haydi diğer otel misafirlerini geçtim ama servis elemanları hiç
yokmuş gibi davranıyorlar ya, o çok itici.
Servisteki çocuklardan birine şaşkınlığımı fısıldıyorum. "Hep
böyle, alıştık abi" diyor.
Sonra yeni gelenlerden biri nihayet servis elemanlarına
gülümsüyor.
Çünkü kuş sütü gibi imkânsız bir şey istiyor.
Gülümseme dediğim, bir nevi rüşvet.
Kendimi tutamayıp içimi Twitter'a dökmeye başlıyorum...
"Yahu böyle mutsuz ve suratsız olmak için mi valiz toplayıp
buralara kadar yola düştünüz? Bari şu çamlara, zeytinlere,
fıstıklara bir selam verin, şu havayı içinize çekin..."
Ertesi gün sahilde karşılaştığım ahbaplarıma konuyu açıyorum.
Onlar da bir hafta önce gittikleri güneydeki büyük tatil köyünde
benzer sahneleri yaşadıklarını anlatıyorlar.