PAZAR SÖZLÜĞÜ:
ANLATMAK. Tıpkı anlamak gibi anlatmak
da cesaret ister. Nasıl anlamak için konforunu kaybetmeyi
göze alıyorsan, anlatmak için de bedel ödemeyi göze alman
gerekir. O yüzden konuşuruz, ilgi uyandırırız, dikkati üzerimize
çekeriz falan ama "anlatma"yı hep uygun bir ana erteleriz. Çoğu kez
o an gelmez.
BROKOLİ. Küçük tatsız tuzsuz yeşil yumrular. Uluslararası
reklam kampanyalarıyla şişirilip pazarlanmış ve "sağlıklı
beslenme"nin ana kaynağı olarak yutturulmuş melez bir sebze. Ama ne
oldu? Bir sabah bütün tv'lerden şöyle bir altyazı geçti: "Brokoli
kanserojen." Kaynak çok sağlamdı. Bunu iddia eden DNA sarmalının
kaşifi, moleküler biyolojinin babası James Watson'du. Ortalık
karıştı, vs. Ve hep olduğu gibi konu "azı karar, fazlası zarar"
noktasına bağlandı. Böylece yine yiyeceklere odaklanarak her gün
"birbirimiziyediğimizi" ve bizi asıl "besleyen"in şefkat,
adalet ve merhamet olduğunu unuttuk.
EV HASETİ. Vay canına! Bu pek modern kusur ve huzursuzluğun
kendi aramızda kalacağını, öyle zarif bir biçimde anlamazdan
gelerek geçiştirileceğini ve asla akademik alana yansımayacağını
sanırdım. Oysa son zamanlarda yıldızı parlayan kültür
felsefecisi Mark Kingwell kavramlaştırmış bile: "Bu
kişiler, başkalarının evine adım attıkları anda kendilerini eksik
konumda hissederler; adeta kanları çekilir,
gözleri sadece kendilerinin sahip olmadığı
şeyleri görür: şuradaki biblo, şu şömine, şu paslanmaz çelik
mutfak tezgahı..."
KÜL. Soyludur. Onu toz sanan yanılır. İçin için yakar, usul usul
pişirir. Hafife alma! Çünkü Hayrettin Orhanoğlu'nun bir dizesinde
söylediği gibi "alevin son hamlesi"dir.
OKUMAK. Yaygın bir yanlış anlama biçimi: Okursak ulaşırız,
okursak biliriz, okursak oluruz, vd. Art arda tasavvuf kitabı
okuyarak mutasavvıf olacağını sanmak veya "Tüm Hastalıkların Şahı
Kanserin Biyografisi"ni okursa hastalığa karşı korunacağına inanmak
gibi...