"Kırk kişiyiz birbirimizi tanırız"ın dar alanlarında
paslaşarak...
İtişe kakışa...
Geceler boyu birbirlerine ağlayıp zırlayarak ve her sabah
birbirlerini sırtından vurarak...
Birbirlerinin aşklarını, dostlarını, işlerini, fikirlerini,
çalmanın günahkâr hazlarına bulanarak...
Ve paralı beyazların yanında esmer gibi kalmanın
ezikliğini bastırmak için dünyayı ve her şeyi
horlayarak...
Ayakta kalmaya çalışmaktan bitkin düşen bir kesim var,
malum.
Bir tür "marka giysi" gibi solculuğu kuşanmış bu kesimde
yeni bir siyasi hal zuhur etti.
Geçen gün yazdım hani...
Birdenbire sevgi pıtırcığı oldular.
Baştan aşağı proje bir siyasi lidere tutku dolu övgüler
düzüyorlar.
Neymiş? Bir kere hiç azarlar gibi konuşmuyor, hiç
kaşlarını çatmıyormuş...
Ne güzelmiş! Çünkü ekranda özeleştiri yapabiliyor,
yanlışını kabul edebiliyormuş...
Etrafına sükûnet ve ağırbaşlılık aşılıyormuş...
Ha! O siyasetçinin ardında muarızlarının canını almayı rutin
hale getirmiş karanlık bir yapı saklanıyormuş, ne
gam!
Sürekli bunları yazıp çiziyorlar.
Kendileri söyleyip kendileri yutuyor ya bu yalanı, başkalarının da
yutacağını sanıyorlar.
Keşke kelimeler gerçekten kandırabilseydi bizi, keşke kelimeler iyi
ve güzel bir dünya kurabilmemize yetseydi...
Keşke kelimelerle barış kurulabilse, siyaset keşke sadece kelimeler
dünyasına ait bir şey olsaydı...
Ama o yok öyle bir şey!