Eski arkadaşlarımla buluşmalara son verdim" dedi.
Yüzünde yeni yetmelerdekine benzer bir öfkenin izleri vardı. Oysa
artık otuzlarının sonuna yaklaşmıştı.
İçimizden biri "Ne oldu şimdi birdenbire?" diye sordu.
Ona cevap vermedi.
Bana dönüp "Siz yazılarınızda sohbetten falan söz ediyorsunuz ya,
var mı öyle bir şey hakikaten?" diye sordu.
Duraksadım.
Sonra mırıldandım: "Ben de geç fark ettim, şükür ki,
var!"
Kırgın ve öfkeli gözleriyle bakıp "bu yaşa geldik, bizde hâlâ yok"
dedi; "sadece laf sokma var, can yakma var, hep anlatıp hiç
dinlememek var... Öyle yani!"
O sırada tanıdığım pek çok kişinin benzer şikâyetlerini
hatırladım.
Yakın arkadaşlık denilen şey artık ortak dil ve anlam
yoksunluğundan çekiyor.
Örtülü üstünlük yarışı, ünlülük taklidi ve koyu bir
benmerkezcilik salgın hastalık gibi yayılıyor.
Yaşını başını almış insanlar dahi iki çift laf etmek için bir araya
geldiğinde birbirine "can katmak" yerine birbirinin canını yakmayı
tercih ediyor.
Zaten kendimizle öyle meşgulüz ki, birbirimizin halini kalpten
umursamıyoruz.
Eh, nasıl hasbıhal edelim?