Bu teklifi reddedemezdim...
Sabah Hıdiv Köşkü'nün bahçesinde dolaşmak; onun deyimiyle " biraz tabiata karışmak" iyi gelirdi.
Elbette tabiatın dişinin, tırnağının söküldüğü büyük bahçeler "karışalım" diye değil; kendimizi tabiatla "kandıralım" diye yapılmış yerlerdi ama şehir dersinden sıkılmış çocuklar gibiydik, kısa süreliğine teneffüse çıkmak hiç fena fikir değildi.
Üstelik oturduğu sitenin otoparkındaki ağaca sırtını yasladığı fotoyu instagrama koyup altına "doğa ve ben" yazan gencinkinden çok daha iyi bir seçim olduğu kesindi.
Gittik.
Güzeldi her zamanki gibi.
Fakat aşırı düzgün parkında çiçeklerin onca renk cümbüşüne rağmen geometrininbaskısından boğulacak gibi olduğumu inkâr edebilir miyim?
Korunun içine doğru uzanan küçük asfalt(!) patikaya gelince, koşu parkuruna dönüşmüş.
Oysa çevrede her biri diğerinden farklı ağaçlar ve büyük çalılar var, nasıl güzeller!
Aralardan da eşsiz Boğaz manzarası göz kırpıyor.
Peki durup bakan var mı? Yok!
Çünkü oraya gelenlere sanki bir "görev" verilmiş:
Koşarak ya da hızlı hızlı yürüyerek onu yerine getiriyorlar.
Aylardır güncel siyaset konuşup yazıyoruz.
Fakat gündelik hayatımızın cilveleri, sürçmeleri, hayalleri ve hayal kırıklıkları da berdevam...
Biraz da onlara bakmalı, değil mi?
Geçenlerde bir arkadaşım aradı; yıllar önce aldığı şehre üç saat uzaklıktaki çiftliğini satışaçıkaracağını anlattı. Orada içine kapanıp tarım ve hayvancılık yapacaktı aklı sıra.
Ne oldu, diye sordum.
Cevap beklediğim gibi geldi:
"Çiftçiliğin hakikisi çok meşakkatliymiş; eh hafta sonları et mangal yapmak için çiftlik