Arabamda özel yapım ağzı büzgülü, döşeme renginde minik bir çöp
torbası var.
Bana kalırsa, gayet şık ve pratik bir şey.
Gereksiz kâğıtları, jelatinleri, şunu bunu içine atıyorsunuz, sonra
bir benzin istasyonundaki atık kutusuna boşaltıyorsunuz.
Ama arabama kim bindiyse bundan hoşlanmadı.
Neden?
Bu sorunun cevabı işin esası...
Çünkü bizde araba "içerisi" sayılıyor.
Evlerimizin en temiz olması gereken köşesi gibi...
Onlara göre arabanın "içinde" kalıcı bir çöp torbasının ne işi
var?
O torba zihinsel tasavvurumuzdaki "düzen"e aykırı bir şey
sanki!
Peki çöpleri ne yapacağız?
Derhal kurtulacağız?
Ama nasıl? "Dışarı" atarak mı?
Bu konudaki bütün tartışmalarda zurnanın zırt dediği yer
burası...
Geçen gün sosyal medyada ilginç bir şey oldu.
Ortalık Barzani ve referanduma dair sıcak gündemle yıkılırken
"çevreyi çöplük yapma hastalığımız" tartışması öne çıkıverdi.
Olay şu...
Seyyah ve belgeselci Wilco Van Herpen, Kızılırmak deltasında
dolaşırken her ağaç altının, her çalının dibinde piknik artıkları
ve çer çöple karşılaşmış ve bir videoyla buna isyan etmişti.
Wilco yerden göğe haklı.
Dağ başları bile pet şişe, naylon torba, yiyecek içecek
artıklarıyla dolu.
Fakat olup biteni tartışma biçimimiz alabildiğine basmakalıp.
Herkes sevmediği kesimleri suçluyor, öfkeleniyor ve böylece içini
rahatlatıp yoluna devam ediyor.
Oysa şu geçtiğimiz aylarda kendini pek "seçkin", pek "kültürlü"
sayan kesimlerimizin güzelim sahilleri ve yol kenarındaki
zeytinlikleri nasıl çöpe çevirdiklerine gözlerimle şahit oldum.
O kesimi, bu kesimi yok bu hastalığın!
Range Rover'lardan atılan poşetler rüzgârla birlikte önce
zeytinlikleri dolaşıyor, sonra sahilden Midilli kıyılarına kadar
uçuyordu.