Haftaya yerimizde şöyle bir toparlanıp dünyaya, bölgeye ve
kendimize bakarak girelim desem...
Ne dersiniz?
Tamam, heyecansız bir yazı olacak!
Çünkü güncel politik aktörlerden söz etmeyeceğim.
Ama yakın gelecekte ciddi heyecanlar yaşama ihtimalimizin
arkaplanından konu açacağım.
Olay şu...
Dünya ekonomisi açısından bakarsak, gelişmekte olan ülkeler
için 2000'lerin başında yaşanan nispeten tatlı ve hülyalı dönem
bitmek üzere...
Ufukta kriz dalgaları köpükleniyor.
Dünya siyasetine gelince...
Sistemin merkezi kendi içinde bir kafa karışıklığı
yaşıyor.
Sol alternatiflerin güncellenmesi, finansal ve ham madde
kaynaklarındaki problemler, mülteciler ve göçmen politikaları,
faşizmin yükselen hayaleti, yaşlı nüfusun yeni kapitalizmle
uyumsuzluğu gibi birçok mesele ağır ateşte kaynıyor.
Bir yandan da merkez ülkeler eski günlerdeki gibi dünya
üzerindeki güçlerini pekiştirmeye hazırlanıyorlar. Ben buna
"neo-kolonyal tahkimat" diyorum.
Tabii bu gelişme karşısında merkezle yakın ilişkiler içinde
olan Türkiye gibi ülkelerin sıkıntı yaşama ihtimali
yüksek.
Fakat esas kavga sistemin (dünyanın) merkeziyle Rusya ve Çin
gibi ülkeler arasındapatlak verecek gibi görünüyor. Bu gerilim
önümüzdeki on yıla hâkim olursa, şaşırmamalı.
Batı medyası söz konusu tatsız gelişmelerin analizleriyle dolup
taşmaya başladı.
Bizim medyada ise birkaç finans yorumcusu hariç bu konulara şöyle
bir değinilip geçiliyor.