Heyecanla yaşıyoruz ama hızla da unutuyoruz...
O halde...
4 Ocak 2010'da Tunus'un Sidi Buzid şehrinde parlayan ve ardından
Arap Baharı'nı başlatan ateşi hatırlatayım.
Muhammed Buazizi üniversite mezunu bir işsizdi. Ailesinin geçimini
seyyar satıcılık yaparak sağlıyor ve mahallesindeki yoksullara
yardım ettiği için çok seviliyordu.
Ama zabıtalar ve polisler Buazizi'yi canından bezdirmişlerdi.
Sonunda canına tak etti Buazizi'nin...
Gitti valilik binasının önünde "ekmeğimi nasıl kazanmamı
bekliyorsunuz?" diye bağırdı ve üzerine benzin döküp tekbir
getirerek kendini ateşe verdi.
Sonrasının çığ gibi geldiğini bilmeyen yok.
Bunları anlatırken vurgulamam gerekir: Bin Ali ve lanetli rejimi
elbette umurumda değil.
Ama bugün Arap Baharı üzerine çalışan pek çok uzman Buazizi'nin
başına gelenlerin yabancı istihbarat örgütlerinin aylar süren
çalışmalarının bir sonucu olduğunu iddia ediyor.
Toplumsal hoşnutsuzluğu arttırma teknikleri deniyor bunlara.
Zaten dosyalar on, on beş yıl sonra açıldığında Arap Baharı'nı
şöyle veya böyle savunanların mahcup olacağını söyleyen çok.
Şimdi bunları yazarken...
İster istemez dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Alliot-Marie'nin
Tunus Devlet Başkanı Bin Ali'yi arayıp dedikleri aklıma geliyor:
"Amerikalılar inisiyatifi ele aldılar. Gelişmelerden bizi de çok
zamandır haberdar etmediklerini şimdi anlıyoruz, size ülkeyi terk
etmekten başka yol kalmadı, tavsiyemiz budur!"
Esas anlatmak istediğimi anlamışsınızdır...
Yaklaşık beş aydır garip bir rüzgâr esiyor memlekette...
Zabıtalar azıcık kafa tutmaya kalkışan seyyar satıcılara vahşice
saldırıyor. Güvenlikçiler sokak çalgıcısı, şu bu, kimi yakalarlarsa
raporluk ediyor. Simitçi çocuklar sanki işkence odalarına sokulup
bir de videoya çekiliyor.