BAKKAL. Fırının önündeki kuyruğa girmeyi gözünüz yememiştir. Varsın, sımsıcak olmasın! Bakkala uğrar sorarsınız; "pide geldi mi?" Bütün umudunuz, göz ucuyla cam kapaklı dolabı işaret etmesindedir. Evet! İşte pideler oracıktadır. Sevinirsiniz. Bir de az tuzlu, hafif yağlı beyaz peynir kestirdiniz mi, keyfiniz tamamdır. Kelimenin kökünün "bakliyat"la da bağı var ama bakkaldan bakliyat alan kalmadı gibi... Peki, sizin orada bakkal kaldı mı?
GELİNCİK ÇİÇEĞİ. Bu narin ve kısa ömürlü çiçekler bize ne öğretir? Belki şunu: Eğer yerinden/toprağından koparıp "götürmek" istiyorsan; onu şu "an"ın içinde sevmeyi bırakıp gelecekte sevmenin hesabını yapıyorsan bu can tez elden ve kesinkes solar.
KARAMSAR. Dünya işleri karşısında karamsar olmamak kabahat! (Nedenini siz düşünüp bulun, sonra konuşuruz. Yeterince karamsar olmadığınız için başınıza gelenlere hazırlıksız yakalanıp perişan olmazsanız tabii...)
KOKU. Hatıralar kokar. Ses kayıt cihazlarımız var, görüntü kayıt cihazlarımız var. Bilmem ki, ne zaman koku kayıt cihazlarımız olacak? Hafızaya bu kadar yük fazla!
MELAL. Hala "melali anlayan nesil"den olduğunu iddia edenler var. Onlara baktığımda gündelik hayat hüznünden ötesini göremiyorum. Oysa "melal" başka bir şey. İçinde çok hazin birkaç mana daha var: hem bir usanma hali, hem de gurbette olduğunu hissetmenin kederi...
SIRADANLIK. Hangi "sıra"ya girdiğinin şuurundaysan iyi bir şeydir... Fakat modern "ilginçlik hastalığı" bunu bize değersiz, kötü bir şeymiş gibi gösteriyor. Oysa şu kiraz ağacı hep aynı mevsimde, aynı renklerle çiçeklenip sonra meyve veriyor. Ya bir seferliğine dahi tersi olsaydı? Şaşırır, tedirgin olur, kötü şeylere yormaz mıydınız?
ŞARKI. "Zaman düşer ellerimden yere/ Duygular değişir/Dostlar dağılır dört bir yana/ Kendi yollarına..."