Pazar gecesinden beri...
TV yorumlarına, gazete köşelerine, kahve sohbetlerine
bakıyorum...
Apaçık bir sonucu tekrar tekrar açıklayabilmek için dil
döküyoruz...
Hatta "tartışmasız bir gerçeği" tartışmaya zorlandığımız bile
söylenebilir.
İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılmasına bir
milyon küsur oyla karar verildiğindekimsenin
Birleşik Krallık halkının iradesini tartışmadığını falan
anlatıyoruz.
Trump'ın toplamda Hillary Clinton'dan daha az oy
almasına rağmen seçim sisteminin özellikleri nedeniyle
Başkan seçilince ABD kamuoyunun ve devlet
kurumlarının buna itiraz etmeyi aklından
bile geçirmediğini hatırlatıyoruz.
Bunlar da yetmiyor...
Nedense, yetmeyeceğini düşünüyoruz...
Bizden de örnekler vererek "birileri"ni ikna etmeye
çalışıyoruz; mesela 1987 referandumunda eski siyasi parti
liderlerinin yasağının yüzde 51'le kalktığını, hatta o sayede
Demirel'in ilerde Cumhurbaşkanı olabildiğini genç kuşaklara
öğretmeye kalkışıyoruz.
Saçmalık bu!
Garip bir savunma reaksiyonu...
Oysa bilmeyen mi var?
Demokrasiyi, sandığı, seçimi, referandumu biliyorsan, bir oy fark
bile yeterlidir.
Pazar gecesi Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmiş, yeni anayasa
millet tarafından kabul edilmiştir. Nokta!
Peki arkadaşlarımız neden apaçık olan şeyi hala
açıklamaya çalışıyor?
Neden "evet"çiler hala savunma konumunda?
Çünkü kendilerini baskı altında hissediyorlar.
Gerçek şu ki...
Muhalefet algı yönetiminin direksiyonunu hiç elinden bırakmadı.
Zorbalar, dünyada sadece kendileri varmış gibi yaşamayı
istiyorlar.
Totaliterler ama "evet"çileri totaliter göstermekte mahirler.
Kabul etmeliyiz; muazzam bir
duygusal/medyatik/kültürel baskı tecrübesine sahipler.
Upuzun bir sınıfsal birikim bu, hiç yabana atılmamalı...
Hiçbir zaman geçekten demokratik olmadılar. Oy
haklarını tanka topa karşı bir kez bilesavunmadılar ama
her seçimde sandıkta hır çıkartıp bunu "demokrasi kavgası" gibi
yutturmayı başarıyorlar