Üniversite sınav sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, öğrencileri ve velileri yılın o beklenen telaşı sardı. Zira kazanılan puanlarla en ideal okul ve bölüm bileşkesini elde edebilmek için hesaba katacak çokça faktör var. Konuyla ilgili görüşlerimi, bundan 2 yıl evvel “Üniversite Tercihi: Geleceğe Kesilen Bilet” başlıklı yazımda paylaştığımdan ötürü tekrar etmeyeceğim. Bununla birlikte, o yazıda geçen bir hususu bugün biraz daha açmak, genişletmek istiyorum.
AÇIĞI KAPATMAK
Üniversite adayları tercih yaparken kişisel özelliklerini odağa almalıyken, piyasadaki (genel ve sektörel) arz-talep ile bu minvalde doğan işsizlik meselesi de ilgili mevzulardan. Malumunuz, özellikle de genç işsizlikte, genel ortalamanın üzerinde bir oran eşliğinde sıkıntı yaşıyoruz. Dün açıklanan Nisan 2017 verileri bir düşüşe işaret etmiş olmakla birlikte, %19,8’den çok daha düşük bir genç işsizlik oranına inmemiz gerektiği ortada.
Dolayısıyla da, hızla büyüyen genç işgücümüze yetişecek iyi bir iş çıkartmamız şart. Öte yandan söz konusu açığı kapatabilmek için, niteliği de iyileştirme ve uyumlaştırma lüzumu hissediyoruz. Firmaların aradıklarıyla buldukları arasında bir yetenek uyuşmazlığı olduğunu biliyoruz zira. İlgili uyuşmazlık ise, eleştirel düşünebilmekten sektörel yeteneklere kadar değişebiliyor. Bu nedenle de, eğitim sisteminin, öğrencilerin ve hatta onlarla entegre çalışacak bir iş dünyasının bu konuya ciddi ciddi eğilmesine ihtiyaç var.
Bu noktada ise, sadece mevcut yetenek gereksinimlerine değil, geleceğe de kafa yormak gerekiyor. Geleceğin talep edeceği meslekleri ve donanımları daha çok konuşmamızın ve hatta ötesine geçip aksiyon almamızın mühim olduğu kanaatindeyim.
AYAK UYDURMAK