Her halife hilafet makamının esasen Ehl-i Beyt soyuna ait
olduğunu biliyordu. İmamları öldürme planları da ele geçirdikleri
bu makamı kaybetme korkusundandı. Her halife aynı zamanda Ehl-i
Beyt soyunun Resulullah'ın 'oğlum' dediği İmam Hüseyin'den
geldiğini de biliyor ve onların sahip oldukları ilim karşısında
eziliyordu.
İmametin işaretleri vardır. Bir işareti de, bir imamdan diğerine
geçen bu ilimdir. Hz. Resulullah ümmidir. Onun soyundan gelen
imamlar da hiçbir eğitim almadan tüm ilimlere vakıftırlar.
Hilafete oturanlar bu ilim karşısında acizdirler.
İmam Bakır'ın (as) İslam ile imanı birbirinden ayıran görüşleri de
bu büyük ilmin bir neticesidir. Humran b. A’yen şöyle rivayet
etmiştir: “Ebu Cafer'in (Muhammed Bakır) şöyle dediğini duydum:
İman kalpte yerleşen inançtır, kulu Allah'a yöneltir. Allah'a itaat
etmek ve emrine teslim olma şeklindeki amel onu doğrular. İslam
zahiri söz ve fiillerden ibarettir. İnsanlar bütün gurupları ile bu
zahiri durum üzeredirler. Onunla bir kişinin kanı dokunulmazlık
kazanır, onunla miraslar paylaştırılır. Müslüman bir kadınla
evlenmek caiz olur. Toplum namaz, zekât, oruç ve hac üzerinde
ittifak ettiler. Bununla küfürden çıkıp, imana girdiler. İslam
imana ortak değildir, buna karşılık iman İslam'a ortaktır. Bu ikisi
söz ve fiilde birleşirler. Tıpkı Kâbe'nin Mescid’de olması, buna
karşılık Mescid’in Kabe'de olmaması gibi.