“Asla dönmeyi, insanı yaratan, özlerini huzurunda toplayan, şuur verip onlarla konuşan, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ diye soran, ‘Evet Rabbimizsin’ diye cevap verdiğimiz, bu sözleşmeyi ruhumuza işleyen, sonra binlerce hikmetle insana dünya hayatını uygun gören…” varlığın huzuruna geri dönmek diye anlarsak, ölümle asla dönüş herkesin nasibidir, kaderidir; yaşarken -ölmedenölmek ve asla rücu etmek ise bu maksatla yola düşen ve emek çekenlerin nasibi olur.
Bu yazıda daha farklı bir asla dönüşten söz etmek istiyorum ki, bu dönüşe başlık olarak “evli evine köylü köyüne” desem daha uygun olurdu.
Bizim bir akrabamız vardı, bir köyde yaşardı, çok güçlü, çok çalışkan, tükenme bilmez enerji sahibi bir genç idi. Tarlalar ekti, bol tahıllar kaldırdı, yedi, içti, sattı, ihtiyaçlarına harcadı. Bağ dikti, üzüm yedi, pekmez yedi, yedirdi. Arı besledi bal aldı, yedi ve yedirdi. Süt veren hayvanları vardı, en temiz ve doğal süt ürünlerini elde etti, yedi, içti, yedirdi içirdi. Artık ona köyünde “ağa” denebilirdi; insanları köle gibi kullanan ağa değil, misafir ağırlayan, ikram eden manasında ağa.
Gerektikçe şehre gelir, teyzesinde misafir olur, işi bitince, cenneti...