Bu yıl da Ramazan Bayramı İslam dünyasında aynı günde
yapılamadı. Yakında Kurban Bayramı gelecek, yine tartışmalar,
ithamlar, iddialar birbirini kovalayacak. Ramazan içinde bir
yazımda şöyle demiştim:
“İslam dünyası ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bazı
ülkelerde Ramazan ve bayram günlerinin aynı olmaması hem kafaları
karıştırıyor hem de ümmetin birliğine aykırı düştüğü söyleniyor.
Yıllardan beri bu arızayı ortadan kaldırmak için başını Türkiye'nin
çektiği önemli ve yoğun çalışmalar yapıldı. Pek yakında bunlara
biri daha eklendi. Son toplantıda birlik sağlandığı, bundan sonra
Ramazan'a aynı günde başlanacağı, bayramın da aynı günde yapılacağı
ilan edildi, ancak ben uygulamanın böyle olacağı konusunda emin
değilim.”
Niçin emin değildim?
Çünkü konu hem farklı içtihatlara hem de siyasete açık bir konu da
ondan.
“Kim daha iyi Müslüman ülke” yarışmasını sürdüren siyaseti bir yana
bırakırsak ibadetlerle ilgili olan kamerî aybaşlarının tespiti
konusunda üç ictihat/yorum vardır:
1. Ay ile Güneş'in aynı zamanda battıkları kavuşum zamanı biter
bitmez -hilal görülsün görülmesin, görülebilir olsun olmasın- yeni
ayı başlatmak.
2. Hilal fiilen görülmese bile görülebilir olması hesaplanarak yeni
aybaşını ilan etmek.
3. Ay'ı fiilen görmeden yeni ay'ı başlatmamak.
Bu ictihatlarla ilgili bir mesele de “bu üç yorumdan birine göre
aybaşının tespiti bir yerde (meridyende) yapılınca bu bütün dünyayı
bağlar mı, yoksa gün farkıyla tespit edilen yerler kendi
coğrafyalarına mı tabi olacaklar?” meselesidir.
Birkaç yazıda bu konuları köşe yazısı niteliğini aşmadan açıklamaya
çalışacağım.
Bu günün yazısında merhum Mısırlı alim Ahmed Muhammed Şakir'in
konularla ilgili bir kitapçığını özetliyorum
(Evâilu'ş-Şuhûri'l-Arabiyye...”, Kahire, 1939):
Mısır'da yüksek mahkeme 1939 yılı Kurban Bayramı'nı 30 Ocak olarak
ilan etti. Birkaç gün sonra gazete haberlerinden öğrendik ki Suûdi
Arabistan 30 Ocak'ta Arafe vakfesini, 31 Ocak'ta da Kurban
Bayramı'nı yapmış. Hindistan Müslümanları ise bayramı bir gün daha
geç ilan etmişlerdi.
Hindistan'dan el Ezher'e soruldu, el-Ezher soruyu alimlere dağıttı
ve cevap topladı. Babam (Muhammed Şakir) gözle görülmesi
gerektiğini savunuyordu, ben de onun gibi düşünüyordum, daha sonra
konuyu hakkıyla inceledim ve görüşüm aşağıdaki şekilde değişmiş
oldu.
Arapların okuma yazma ve hesapları zayıftı, bu yüzden Peygamberimiz
“görünce başlayın…” buyurdu.
Ulemâ bu işi bilmiyordu, bilenleri de gayıptan haber vermeye
kalkışan müneccimler olarak telakki ediyor, itimad etmiyorlardı. Az
sayıda bilen ise sesini fazla çıkaramıyordu.
Meselâ Takıyyuddîn Sübkî Fetâvâ'sında: “Bilim ve hesap yoluyla yeni
hilalin görülmesinin mümkün olmadığı sabit ise görme iddiasında
bulunanların tanıklıkları kabul edilemez; çünkü bu zanna dayanır,
hesap ise kesindir…” diyor.
İbn Dakik el-Iyd de Umde şerhinde:
"Müneccimlerin (yıldızların hareketleri ile ilgili bilgi
sahiplerinin) hesaplarına uyarak Ay'ın Güneş'ten ayrıldığı
(kavuşumun bittiği) zamanı yeni ayın başlangıcı olarak kabul etmek
caiz değildir, ama onların hesabına göre yeni ayın hilalinin
görülebilir hale gelmesine itibar edilir, bir mani yüzünden fiilen
görülmemiş olması önemli değildir” diyor.
Konu ile ilgili iki hadisten biri:
“Biz ümmî bir topluluğuz, yazmayız, hesaplamayız; ay şöyle ve
şöyledir: yani bir kere yirmi dokuz, bir kere de otuz gün
sürer.”
Diğeri:
“Ay yirmi dokuz gündür, yeni ayın hilalini görmeden oruca
başlamayın, yine onu görmeden orucu sonlandırıp bayram yapmayın;
eğer bulut vb. bir engel yüzünden hilali göremezseniz onu
hesaplayarak bulun (başka bir rivayette önceki ayı otuza
tamamlayın)”.
Ebu Davud'un öğrencisi İbn Süreyc, otuza tamamlama yolunun bilgisi
yeterli olmayan umuma, hesaplama yolunun ise bu konuda bilgi sahibi
olan havassa (özel kişilere) mahsus olduğu yorumunu yapmıştır.
Bu iki hadisi bir arada yorumlarsak şunu anlarız: “Ay'ı görme ve bu
mümkün olmadığında bir önceki ayı otuza tamamlayıp ertesi günü yeni
ayın biri kabul etme”nin illeti (dayanağı) o tarihte ümmetin yazma
ve hesap bilmemesidir. Sonraki çağlarda ümmetin çoğu yazma ve
hesabı öğrenince, gezegenlerin ve uydularının hareketleri hatasız
olarak hesaplanabilir hale gelince o dayanak ve ona bağlı hüküm
değişir, artık ümmetin gözle görmeden daha sağlam olan hesaba
itibar etmeleri gerekir, görme şartı ise habere ve bilgiye ulaşma
imkanı kısıtlı olan azınlığa (bu manada özel kişilere) ait hale
gelir. (s. 14-15)
Hesaba başvurmanın engeli olan bilgi eksikliği ortadan kalktığına
göre artık yalnızca hesaba itibar etmek gerekiyor. Bu da hilaller
ile ilgili gerçek hesaba dönmek ve yeni hilalin görünür olup
olmamasını bir yana bırakmakla olacaktır. Bu takdirde gerçek yeni
ayın başlangıcı hilalin, Güneş'ten bir lahza (en kısa süre) sonra
da olsa battığı (batı ufkunda kaybolduğu) gecedir (yani kavuşuma
bakılır, Ay'ın Güneş'ten çok az da olsa ayrılmasıyla yeni ay
başlar).