Denizlerde boğulan, tel örgülerin önünde aç ve açık kalan, bütün “gelişmiş ülkelerden” kovulan yoksul ve yoksun göçmenlere bu Avrupalılar neler yapmışlardı? İşte bu yaman sualin kısa cevabını vermeye çalışıyorduk ve sıra Aborjinlere gelmişti..
1770 yılında Kaptan James Cook, Avustralya’nın doğu sahillerini Büyük Britanya adına ele geçirdi ve burayı Yeni Güney Galler (New South Wales) olarak isimlendirdi. Avustralya’daki İngiliz sömürgeciliği 1788’de Sydney’de başladı ve kıtaya ilk gelen Batılı yerleşimciler çiçek, suçiçeği, grip, kızamık gibi hastalıkları da beraberlerinde getirdiler. Bünyeleri bu hastalıkları hiç tanımayan Avustralya yerlileri bu hastalıklara yakalanarak büyük ölçüde kayıplar verdiler ve nüfusları önemli ölçüde düşüş gösterdi.
İngiliz yerleşimcilerin ikinci etkisi arazi ve su kaynaklarını kendilerine ayırmaları olmuştur. Oysa geleneksel arazilerini, yiyecek ve su kaynaklarının kaybı yerliler üzerinde ölümcül etki yapmıştı. Geleneksel dini pratiklerinden uzaklaştırılan bu halklarda doğum oranları hızla düşmüş, alkol gibi yerlilere yabancı içkilerin kullanımı artmıştı. 1788 yılı ile 1900 yılları arasında yerliler, maruz kaldıkları hastalıklar, topraklarının kaybı ve kendisini kıtanın efendisi ilan eden beyaz adamdan gördükleri şiddet sonucu nüfuslarının yaklaşık %90’ını kaybettiler. Merhametsiz Batılılar çeşitli bahanelerle birden fazla katliam düzenlediler ve masum halkı acımadan öldürdüler. Kalanları da içkiye alıştırdılar, normal hayat imkanlarından mahrum olan insanlara içki ve battaniye dağıtarak dağda bayırda perişan yaşayıp erkenden ölmelerine zemin hazırladılar.
Batılılar, aç, açık, işsiz, maddi manada geri bıraktıkları, örneklerini verdiğimiz ülkelerin peşini bırakamadılar, ekonomik ve stratejik imkanlarını sömürmeye devam edebilmek için buralarda kukla yönetimler oluşturdular, onlara teslim olmak istemeyen yönetici ve halkı uyandırmak isteyen aydınları ya zindanlarda çürüttüler veya öldürdüler. Her türlü maddi imkandan mahrum olan halk çağdaş iletişim araçları vasıtasıyla Batı’daki hayatı görünce oraya akın etmeye başladılar. Batı almaya var, vermeye ise yok olduğu için bu akını durdurmak için harekete geçti. Geçmişinde sömürgecilik bulunmayan ve dini, dili, rengi… bakımından kendinden olmayanlara da adalet ve merhamet ile davranmış bulunan Türkiye açlık ve ölümden kaçarak kendine sığınanlara kucak açtı. Batıya geçmek isteyenlere de mani olması için ona yardım vaadinde bulundular, ama bu vaadlerini de yerine getirmediler.
Eski Yunan halkı ile bir bağı bulunmayan bugünkü Yunanlıların yönetimi Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı yapıyor, mensubu olmadığı medeniyeti sahiplenerek dünyaya karşı övünüyor. Bakın genelde Avrupa ve özelde bu millet, kendine sığınan insanlara nasıl muamele ediyor? (Yapılanları bizzat müşahede etmiş bir solcu Türk’ten aktaracağım. Yunanistan’ın Türkiye’de darbe yapanlara kucak açması ve onları koruması insaniyetinden değil, Türkiye düşmanlığından kaynaklanıyor.)
“Avrupa ülkelerinde ciddî bir ırkçılığın geliştiğini söylemek gerekir… Avrupa ülkelerinin yaşadığı kriz dönemlerinde göçmenlerin yaşam koşulları daha fazla çekilmez bir hâl alıyor. Zira işsizlik ve pahalılığın nedeni olarak görülüyor göçmenler. Göçmenler en pis işlerde ve en ucuz ücretlerle çalıştırılıyorlar. Göçmenler her türlü aşağılanmaya ve dışlanmaya maruz kalıyorlar… İnsan kaçakçılığı dünya çapında büyük bir sektör durumundadır. Kaçak göçmenler yolunacak birer kaz olarak görülmektedirler. Bir beladan kurtulayım derken ömürleri boyunca çalışıp edindikleri paralar insan tacirlerinin acımasız kasalarına akmaktadır.