Çözüm süreci başlamadan önce sözüne itibar edilecek pek çok kişi
“problemin yalnızca güvenlik güçlerinin operasyonlarıyla
çözülemeyeceğini, böyle giderse anaların ağlamaya devam
edeceklerini, birini öldürünce birkaçının doğmasına sebep
olunduğunu…” söylüyor ve yazıyorlardı. Çare olarak da teröristlerle
diğer Kürt vatandaşların ayrı tutulması gerektiğini, siyasi, sosyal
ve ekonomik tedbirlere ağırlık verilmesi icab ettiğini, uygun
taraflar ve yöntemlerle karşılıklı görüşmelerin yapılmasının
zaruret halini aldığını ileri sürüyorlardı. Derken karşı taraf
“silahlı mücadele döneminin sona erdiğini, bundan sonra çözümün
demokratik siyasette aranacağını, silahlı unsurların ülkeyi terk
edeceklerini” ilan etti ve başlayan görüşmeler devam etti.
Bazı çevrelerin “hıyanet, ülkeyi bölmek, başkanlık karşılığında
vatanın bir parçasını satmak…” diye niteleyerek siyaset malzemesi
yaptığı bu süreç, halkın istemediği ve istemeyeceği hiçbir şey
verilmeksizin en azından büyük ölçüde mal ve can kaybını önleyerek
bölgeye huzur ve ümit getirdi.
Bölgeleri dolaşıp halk ile ve daha çok STK temsilcileri ile
yaptığımız görüşmelerde en çok soru ve en büyük endişe “ne verilip
ne alınacağı” ile ilgili idi. Biz de yetkililerin yaptığı
açıklamalara dayanarak “bölünmeye, ülkenin bir parçasında devlet
kurmalarına asla izin verilmeyeceğini, hükümetin de halkın da böyle
bir şeye razı olmalarının mümkün olmadığını, karşı tarafın da artık
bağımsız devlet kurma fikrinden vazgeçtiklerini açıkladıklarını,
taleplerin görüşüleceğini, ama her istenenin verilmesinin söz
konusu olmayacağını, makul taleplerin ise karşılanacağını…”
söylüyorduk.
Daha ziyade dış etkenlerin ve karşı taraftaki çok başlılığın sebep
olduğu “çözüm sürecinin kesilmesi ve yeniden silahlara
dönülmesi”nin sorumlusu hükümet değildir. Baştan beri vazgeçilemez
şart silahlı unsurların çekilmesi olduğu halde ve söz de verildiği
halde bu yapılmamış, daima silah bir tehdit unsuru olarak devrede
tutulmuş, az olsa da eylemlere devam edilmiş, sonunda da PKK
tarafından süreç bozulmuştur.