Siyasetçilerin de içlerinde mekan ve zamana göre değişik
oranlarda samimi dindarların bulunması tabiidir. Siyasete atılmadan
önce de ibadetlerini yapan, dinin emir ve yasaklarına elinden
geldiğince riayet eden bir mümin, dine ve millete faydalı olacağını
düşünerek siyasete girdikten sonra ibadetlerine ve hayat tarzına
eskiden olduğu gibi devam ederse dini istismar ettiği söylenemez.
Ama aynı şahıs belli bir eylem veya söylemini siyasi menfaat temini
için ortaya koyarsa o da dini istismar ve siyasete alet etmiş
olur.
Öte yandan siyasete girmeden önce de sonra da ya dine inanmayan
veya inansa da hayatını dine uygun olarak yaşamayan (amelsiz),
dinin dünya işlerine karıştırılmasına karşı çıkan, laikliği savunan
bir siyasetçi bir başka şahsı veya grubu dine uygun davranmamakla
suçlarsa yine dini siyasete alet etmiş olur. Kendisi inanmadığı
veya yapmadığı ve bunu da normal gördüğü halde başkalarının benzer
davranışlarını “günah, küfür, fasıklık…” olarak ilan etmek ve bunu
da rakibi itibardan düşürmek ve kendisi itibar kazanmak için yapmak
da dini istismardır.
Şimdi bu esası bir HDP'linin şu açıklamasına uygulayalım:
“İnancımıza göre 'evet' demenin karşılığı Allah'ı inkâr etmektir.
Bunu size Kur'ân-ı Kerim'den iki sure ile açıklayacağım. 'Allah'tan
başka kim kendini teklikte dayatıyorsa, tevhide göre bu 'hayır'
denilmesi gereken bir zalimdir.' Sadece Kelime-i Tevhid'in La'sını
anlatsak neden Hayır demeleri gerektiği konusunda onları ikna
edebiliriz… Allah'ın bile kendine zulmeden kullarına yapmadığını,
bu