Önceki iki yazıdan devam ediyorum:
Kâmil insanlarımıza, devlete, ebeveyne, sivil topluma düşen vazifeler var.
Kâmil insanlarımız ifadesini akademisyen, entelektüel, alim, arif sıfatlarından nasib almış İslam insanı manasında kullanıyorum. İşte bu insanımızın, halimiz ve çaremiz üzerine kafa yormaları, ortaya çıkan gerçekleri ve çareleri her bir vazife grubuna aktarmaları, belletmeleri ve benimsetmeleri; başta devlet olmak üzere bütün ilgililerin de bunlara kulak asmaları gerekiyor.
Devlet her şeyden önce milli eğitim yoluyla nasıl bir insan yetiştirmek istediğine karar vermelidir. İslam insanı, yani kökü mazide olan âtî mi, ne idüğü belirsiz dünya vatandaşı mı, ırkçı mı, çağdaş uygarlık çocuğu mu?..
Seçimlerde kullanılan oylara bakarak bir sonuç çıkarmak sağlıklı olmasa da bir fikir verir diyelim; halkımızın yarısı İslam’a, bizim kültür ve medeniyetimize, bizim insanımıza oy veriyor, diğer yarısı da sola, çağdaş uygarlığa, laikliğe, kemalizme oy veriyor. Bu iki kesimin hedeflediği insan elbette farklı olacaktır.
Allah bölünmeden, çatışmadan birlikte yaşamayı nasib etsin, bölücü düşmanlarımıza fırsat vermesin, bir daha Çorum ve Maraş olayları, Gezi olayı, 15 Temmuz vb. yaşanmasın; her iki kesimin bu duaya amin demesi şarttır. Hangi kesim iktidar olsa diğerine hak ve hürriyet tanımalı, adil davranmalı, birlikte yaşamanın olmazsa olmaz şartlarına riayet etmelidirler. Çatışmanın kazananı, her iki kesim olarak biz değil, ortak düşmanlarımız olacaktır, bunu unutmayalım.