Bir toplantıda bilge bir hanımefendi, iman etmiş ve iyi kötü inandığını yaşayan bir çevrenin içinde yetişmiş, emeksiz ve çilesiz olarak dindar olmuş kimselere hitaben şöyle demişti: Siz hazır buldunuz, biz ise bulabilmek için yıllarca sarp ve dikenli yollarda dolaştıktan sonra bu noktaya gelebildik.
Sarp ve dikenli yollarda yıllarca dolaşıp durduktan sonra hidayete erenlerden biri olan Roger Garaudy, karanlıktan aydınlığa doğru yolculuğunda Blondel, Marx ve Kierkegaard’ın uyarıcı etkilerinden söz ettikten sonra şöyle der:
“Hayattan daha güçlü bir gerçeklikle, gerekirse uğrunda ölünecek değerde olan bir sağlamlıkla, çözülmemecesine kendimi İbrâhîmî geleneğe bağlamıştım. Bizim küçük ahlaklarımızın ve küçük akıllarımızın ötesinde mutlak değerler vardır. Bireyin bunlara mutlak boyun eğmesi gerekir, aksi halde gerçek birliktelik var olamaz” (Yirminci Yüzyılın Biyografisi, İst. 1989, s.34).
“Bugün başlıca problem, şu üç terimin birliğini, yeni bir aşama için yeniden keşfetmektir: Doğa, insan ve yalnızca ‘düşünen varlık’ olarak değil, tam anlamıyla insânî, yani ilâhî bir hayatı yaşayan bir varlık olarak insan. Söz konusu olan epistemolojik bir yenilenme, entelektüel bir lüks değil, bugün manevi bir körlükle, yani araç bolluğu ve amaç yokluğu ile gezegen çapında bir intihara doğru giden aynı türün sağ kalmasıdır” (s. 160).
Garaudy, Allah’ın varlığına imanın bilimsel kanıtlarla elde edilemeyeceğini, “Allah’ın varlığının bütün sözde kanıtları, aklın, akılsızca kullanımına dayanırlar” şeklinde keskin ifadesiyle ortaya koyduktan sonra bu konudaki düşüncesini şöyle açıklıyor:
“Allah’ın varlığının bilimsel kanıtları kavramı da, vahiy kavramıyla çelişkili durumdadır. Salt bilimsel… bir akıl yürütme ile Allah’ı ispatlamak mümkün olsaydı, bu yolla Allah’a ulaşabilecektik ve Allah’ın bu bilimi vahiyle ve peygamberlerinin getirdiği mesajla aydınlatmasına ihtiyaç olmaksızın iyiyi ve kötüyü ayırabilecektik. Çok belirgin şekilde batılı olan bu bilim anlayışı, vahiyle aydınlatılmış olmaksızın tek başına bütün problemlerimize cevap vereceği yerde, tam tersine Batı’yı bilim amacıyla bilime, teknik amacıyla tekniğe, yani insânî ve ilâhî bir amacın yokluğuna ve ahlakî ve politik bir kaosa götürdü… İslam aklın kullanılmasına ne bilimde ne de bilgelikte, hiçbir sınır getirmeksizin, tersine bu kullanım için aralıksız çaba harcamaya çağırarak, bilim ve bilgeliğin ancak peygamberlerin mesajlarıyla yönlendirildikleri zaman bütünlüklerine ulaştıklarını bize gösterdi. Bilim ve bilgelikle yaratıcı Allah’ın birliğinin bütün işaretlerini okumayı, iyiyi ve kötüyü ayırmayı, doğru yolu, bilimle ve bilgelikle, eğer kendi kendilerinin sonuna kadar, yani tam olarak … ancak vahyin ışığında … geliştiklerinin bilincine varıncaya kadar, tam bir uyum içinde olan her şeyi bize öğreten peygamberlerin mesajlarıdır” (s.277 vd.).