Yazının başlığı bir güzel kitabın adıdır. Kitabın yazarı bir aziz kardeşim, inşallah Rabbim’in de sevgili kuludur; öyle ki adı Mustafa, soyadı Kutlu olmuş.
Kitabı çeşitli maniler yanında sindire sindire okumak istediğim için geç bitirdim, ama keşke bitmeseydi, elime alıp okumaya başladığımda hasretini çektiğim bir dost musahabesi yaşıyordum.
Sevgili Kutlu, yüzlercesi bulunan ilmihal çeşidini tekrar etmemiş, işin fıkıh tarafını tamamen ihmal etmemekle beraber fıkıhçılara bırakmış, ilmihal kitaplarında yazılanları hayatına uygulayan bir müminin hal, düşünce, duygu ve niyazlarını dile getirmeye çalışmış, yazıya dökmüş ve güzel de dökmüş.
Hep düşünmüşümdür; namazın ruhu huzur ve huşû olduğu halde niçin şartları ve farzları arasında huzur ve huşû yok diye…
Bulabildiğim cevap şudur: Eğer huzur ve huşû namazın farzlarından biri olsaydı ve onlarsız namaz kılınmamış sayılsaydı bu namazı kılmaya peygamberler dışında pek az Allah kulu muvaffak olabilirdi.
Allah kullarını zor veya imkansız olan bir şeyle yükümlü kılmıyor. Huzur ve huşû’a muvaffak olamayanı namazdan mahrum kılmak yerine bu konuda kusurlu da olsalar kullarının namazı kılmalarını, nefisleriyle cihad ederek huzur ve huşû’u yakalamaya çalışmalarını, bir namazda ne kadarını yakalayabilirlerse o kadar mutlu olmalarını tercih ve murad ediyor.