Ne olurdu ümmet mezhepçilik girdabına düşmeseydi, itikadî
mezheplerin mensupları düşmanı bırakıp birbirini kırmasalardı, her
grup mezhebini yaşasa ama ümmet ve İslam söz konusu olduğunda
birlik olsalardı!
İran ve öteki İslam ülkeleri ulusçuluk, mezhepçilik ve ırkçılık
belasından kurtulmadıkça, ümmet ortak düşmanlarına karşı birlik
olmadıkça İslam dünyası mağdur ve mazlum olmaya devam
edecektir.
Geçmişten günümüze İran'da olup biteni hatırlayalım:
İran onuncu hicrî asra kadar Sünnî Müslümanların yurdu idi, pek çok
Sünnî İslam alimi o topraklarda yetişti ve bugün hala istifade
edilen eserlerini orada yazdılar. Onuncu asırdan sonra Safevîler
eliyle Şîîleşen İran, mezhebi dinin önüne geçirdi, Sünnîlere hayat
hakkı tanımadı, zaman içinde yok olma noktasına getirdi. Ümmeti
tefrikaya sevkeden, tahrip eden ve zayıflatan bu değişimin acı
sonucunu Nemse Kralı'nın sefirinin şu ifadesinden anlamak
mümkündür: “Eğer Safevîler olmasaydı biz de bugün Cezayirliler gibi
Kur'an okuyor olacaktık”. Yani bizi Müslüman olmaktan onlar
kurtardılar demeye getiriyor.
Humeynî'nin devrimini Sünnîler de destekliyorlar; ümmete zulüm söz
konusu olduğunda mezheb farkını gözetmiyor, ümmet bilinci ile
hareket ediyorlar. O tarihte Sünnîlerin lideri Ahmed Müftîzâde
isimli bir âlim. Humeynî Necef'te iken onunla irtibata geçen
Müftîzâde'ye devrim başarılı olduğu takdirde adalet ve eşitlik
esasına dayalı bir İslam devleti sözü veriyor, devrim başarılı olup
İran'a geldiğinde onu karşılayanların önünde Müftizade var,
Humeynî'den sonra ikinci konuşmayı da o yapıyor, konuşmasında halkı
İslam devletinin kurulmasına ve mezhepçiliğin terk