Bu konudaki notlarımı nakletmeyi bu yazıda da sürdürdüm; maksadım şunu ifade edebilmektir:
Kimse dini istismar ederek mehdilik, İsalık, peygamberlik, evliyalık taslamaya kalkışmasın; hepimiz beşeriz, hata eder ve günah da işleyebiliriz, Allah’ın rızasına ermiş kullar da olabiliriz. İslam’da doğru ve iyi olanın ölçütü hokkabazlık, büyücülük, gözboyama, keramet denilen olağan dışı haller ve olaylar değildir; ölçüt Kur’an’dır, sünnettir, güzel ahlaktır, Ehl-i sünnetin üzerinde ittifak ettiği kurallardır.
“Sonra onların izinden peygamberlerimizi peş peşe gönderdik. Arkalarından Meryem oğlu Îsâ’yı da gönderdik, ona İncil’i verdik, ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Kendilerinin icat ettikleri ruhbanlığa gelince, biz onlara bunu emretmemiştik; sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapmışlardı, ama buna hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman edenlere mükâfatlarını verdik, ama çokları yoldan çıkmışlardır.”(Hadid:57/27).
Allah onlara ruhbanlık gibi bir görev yüklememişti; fakat Hıristiyanlığın başlangıcında samimi müminler ağır sosyal ve siyasî baskılara mâruz kaldılar. Bu durum karşısında onlardan bir kısmı sırf bu katliam ve çatışmalarda eriyip gitmemek ve böylece dinlerini koruyabilmek amacıyla dağlara, ücra yerlere çekilip kendilerini ibadete verdiler. Fakat zaman içinde bu hareket amacından saptırıldı ve dinin istismar aracı olmasını kurumlaştıran hatta toplum içi ve toplumlar arası çatışmaları körükleyen bir örgütlenmeye dönüştü
Hıristiyanlık’ta kutsal ruhbanlık sakramenti...