Buhârî'nin Sahih'inden:
“Allah Teâlâ 'Onların (müslümanların) işi aralarında danışma ile
yürür' buyuruyor (Şûrâ: 42/38). Danışma gerçeğin ortaya çıkmasından
ve karar vermeden önce olacaktır; çünkü Allah Teâlâ, Peygamberi'ne
(s.a.) hitaben 'Bir kere azmettin mi artık Allah'a güven'
buyurmaktadır (Âl-i İmrân: 3/159). Allah Rasûlü (s.a.) kararını
verince, insanların Allah ve Rasûlü'nün (s.a.) önüne geçmesi
(kararına karşı çıkmaları) mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.),
Uhud savaşı öncesinde, şehirde kalıp savunma yapmak, yahut şehirden
çıkıp düşmanı yolda karşılamak konusunda ashâbı ile istişarede
bulundu; onlar çıkmasını uygun bulduklarını söylediler; zırhını
giyip çıkmaya karar verince de, şehirde kalalım, dediler.
Rasûlullah (s.a.) kararını verdikten sonra onlara eğilim göstermedi
ve 'Bir peygambere, zırhını giydikten sonra -Allah aksini
hükmedinceye kadar- onu çıkarıp koyması yakışmaz' buyurdu.
İftirâcıların Hz. Âişe'ye attıkları yalan konusunda Ali ve Üsâme
ile istişarede bulundu, onların söylediklerini dinledi; sonunda
Kur'ân (ilgili âyetler) gelince farklı görüşlere aldırmadan
Allah'ın emri ile hükmetti ve iftiracıları cezâlandırdı. Rasûlullah
(s.a.)'den sonra gelen imamlar (başkanlar, halîfeler) de, en uygun
ve kolay yolu bulmak ve uygulamak üzere güvenilir ilim sahipleri
ile serbest (mübâh, ictihada açık) konularda istişarede
bulunurlardı. Ancak Kitâb ve Sünnet'in açık hükmü ortaya çıkınca,
tıpkı Allah Rasûlü (s.a.) gibi, onlar da hiçbir kimsenin farklı
görüşüne aldırmadan onu uygulamaya koyarlardı... Genç olsun yaşlı
olsun Kur'ân âlimleri (kurrâ), Hz. Ömer'in danışma meclisinin
üyeleri idiler. Allah'ın hükmü ortaya çıkınca Hz. Ömer orada durur,
bir milim öteye geçmezdi.” (Buhârî, İ'tisâm, 28)