Bu iki konuda çok konuşmalar yapılmış, makaleler ve kitaplar yazılmış olmasına rağmen hâlâ kafa karışıklığı ve sorular devam ediyor. Bu yüzden konu, bir yazıyı daha hak ediyor.
İslâm, insanlar arasında dayanışmayı, acıları ve zararları paylaşarak, telâfî ederek hafifletmeyi emir ve tavsiye etmiştir. Bu bakımdan teşkilâtlı veya teşkilâtsız olarak insanların belli ölçülerde mal veya parayı ayırıp bir tarafa koymaları, böylece bir sandık teşkil etmeleri, sonra içlerinden birinin malca veya bedence uğradığı hasar ve zararı bu sandıktan karşılamaları, dileyenin istediği zaman sandıkta kalan parasını çekerek bu dayanışmadan ayrılması caizdir; caizin de ötesinde teşvik edilmiştir.
Yukarıda özetlenen dayanışma şeklini bir kuruluş halinde gerçekleştirmek, bunun için yeteri kadar büro ve personel temin etmek, giderleri dayanışma (meşru sigorta) için toplanan paradan karşılamak da caizdir. Toplanan paranın kuruluş tarafından meşrû ve verimli bir şekilde işletilmesi halinde muhtemelen kuruluşun giderleri sağlanan kârdan karşılanabileceği gibi ileriki yıllarda dayanışmaya dâhil kişilerden ek meblâğ almaya da ihtiyaç kalmayacaktır. Bu kurumu veya kuruluşu dayanışmaya dâhil olanlar kurabilecekleri gibi (şirket, vakıf vb. bir statü içinde), dâhil olmayan bir veya birkaç kişinin de kurması, mezkûr hizmeti vermesi ve bu hizmet karşılığında hak ettiği ücreti (ortak ise payı) alması meşrudur.
Katılım (tekâfül, üyelik) sigortacılığı fıkıhtaki “karşılık şartlı bağış” mânâsında “ivaz şartlı hibe” kuralına dayanıyor.