"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli
kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime,
kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle
uymalı ve kalan diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbinizden
bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona
elem verici bir azap vardır. / Kısasta sizin için hayat vardır, ey
akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız” (Bakara: 2/178-179).
Bu iki âyette, dinin korumayı hedeflediği temel değerlerden biri
olan hayatla ilgili bir tedbir olarak kısas ele alınmaktadır. Gerek
kısasın diyete (kan bedeli, tazminat) çevrilmesi ve bunun
güzellikle ödenmesi ve gerekse kısasın uygulanması konularının
-önceki âyette geçen- birr (iyilik) ahlâkıyla ilgisi vardır.
Rivayetlere göre bu âyetin nâzil olmasına, Arapların intikamcı,
dengesiz, adil olmayan âdet ve tutumları sebep olmuştur. İslâm'dan
önce aralarında ihtilâf bulunan, karşılıklı olarak birçok insanın
katledildiği ve yaralandığı iki kabileden biri, kendini diğerinden
üstün görüyor, bir erkeğe karşı iki erkek, bir kadına karşı bir
erkek, bir köleye karşı bir hür erkek öldürmek istiyorlardı. Her
iki kabile de Müslüman olduktan sonra bu istek ve uygulamayı
sürdürmeye kalkışınca, şahsî intikamı hukukî kısas cezasına
çeviren, cezayı şahsîleştiren (katilden başkasının öldürülmesini
yasaklayan), canlar arasında değerli değersiz farkının
bulunmadığını, dokunulmazlık ve değer bakımından bütün canların
birbirine eşit olduğunu bildiren âyetler geldi.