Meşru olan (şeriata bağlı olan, ölçü olarak şeriatı önde tutan) tasavvuf hareketinin ve tarikat faaliyetinin zararı olmadığı gibi İslam’ın bir zenginliği, İslam insanı yetiştirmenin bir yolu olduğunu hep yazıyor ve söylüyorum. Zararlı olan mezhepçiliktir, tarikatçılıktır.
Birisi çıkıp “İslam’ın omurgası Hanefi mezhebi ve tasavvuf (veya filan tarikattır” derse, “Ehl-i sünnet ve cemaat bu mezhep ve bu tarikattan ibarettir” derse mezhepçilik ve tarikatçılık yapmış olur.
Din kuralları, fıkıh usulü ve tarihi gerçeklik olarak tek mezhep ve tek tarikat (hangisi olursa olsun) dinin tamamı da değildir, omurgası da değildir.
Mezhep demek yorum ve ictihad demektir ve bunlar, kaynakları ilâhî de olsa beşeri bir faaliyettir; isabetli de olur, hatalı da olur; ne var ki, İslam’ın bir rahmeti olarak Müslümanlar, isabetli ictihad ile de hatalı ictihad ile de amel etmiş olsalar kulluk vazifelerini yerine getirmiş olurlar.
Tarihte ve farklı coğrafyalarda hem itikadî-Sünnî mezhepler (Selef, Mâtürîdîler, Eş’arîler), hem de fıkıh mezhepleri farklı sayılarda benimsenmiş, her birinin mensupları bazen artmış, bazen de eksilmiştir. Tarikatlar da böyledir.
Hanefîlik daha çok Türk dünyasında kabul görmüş olup Türkiye’den başka Pakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Afganistan ile Çin’in Sincan Uygur eyaletinde, ayrıca Kafkaslar ve Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır.