Yapılan sosyal araştırmalar bazı yıllarda oruç tutanların,
tutabileceklerin yüzde seksenine yaklaştığını göstermektedir. Bu,
dünyada eşine az rastlanacak bir “toplumsal dinî davranış, dîne
yöneliş” örneğidir. Din sosyolojisi ve psikolojisi ile meşgûl
olanlar bu vâkıanın sebep ve sonuçları üzerinde durmalıdırlar.
Siyasîler ile eğitimciler de din ile ilişkisi bu denli samîmî ve
yoğun olan bir toplum için nasıl bir kültür ve eğitim politikası
uygulamak gerektiği, bugüne kadar yapılanların doğruları ve
yanlışları üzerine eğilmelidirler.
Allah, Kur'ân'ı ve dolayısıyla İslâm'ı koruyacağını vaat ediyor. On
beş asırdır süregelen bunca yıkıcı ve bozucu faâliyete rağmen
İslâm, kitaptaki saflık ve sahîhliği ile dimdik ayakta; isteyen
öğreniyor ve yaşıyor.
İbâdetler kullar içindir, Allah'ın ibâdetlerimize ihtiyacı yoktur.
Bir kutsî hadîste de ifade edildiği gibi bütün insanlar kâfir olsa
bu Allah'ın büyüklüğüne zarar vermez, tamamı mümin ve itâatkâr
olsalar bu da, O'nun büyüklüğüne bir şey katamaz. İbâdetler
beşerin, ilâhî plâna uygun insan haline gelebilmesi için vâsıtalar,
vesîleler olarak buyurulmuştur. Bedenin ve rûhun (zihin ve şuurun)
iştirakiyle yapılan ibâdetler insanı Allah'a yaklaştırmakta, bu
yakınlıktan farklı bilgiler, inanç ve ahlâk elde edilmektedir.