Acı ve tatlı günler geçirerek bir Ramazan'ı daha idrak etmek
üzereyiz, bize bu fırsatı lütfeden Rabbimize sonsuz şükürler
olsun!
Bir ayete göre insanlar ve cinler “kulluk etsinler diye”
yaratılmışlardır. Kâfiri mü'mini, fâsıkı âbidi, iyisi kötüsü,
maddecisi ruhçusu ile bütün insanlar kulluk etmektedir; ancak kimi
kula, kimi nefsine, kimi dünya menfaatlerine, kimi gazap ve
ihtiraslarına, kimi gerçek diye inandığı bir hayale veya
ideolojiye, kimi batıl mabutlara... kimi de yegâne ma'bud
(tapılmaya layık) olan Allah Teala'ya.
Bütün hak dinler gibi İslâm'ın da gayesi insanı bütün batıl inanç
ve kulluklardan kurtararak kendini ve Rabbini tanıtmak, yalnız O'na
ibadet etmesini sağlamak, bütün mevcudiyetiyle O'na bağlamak ve bu
bağlılık içinde gerçek hürriyete kavuşturmaktır. İnsan mutlak
manada hür değildir ve olamaz; yukarıda işaret edildiği üzere
mutlaka bir bağlılığı ve kulluğu vardır; şu halde asıl kölelik ve
esaret, insanın kendisinden aşağı veya ona denk olana bağlanması,
kul ve köle olması, gecesini gündüzünü onun yoluna feda etmesidir.
Hürriyet ise bu bağlılıklardan kurtularak büyüklük ve kemaline
sınır, yücelik ve azametine hudut bulunmayan Allah'a bağlanmak,
O'na kul olmak, kainata bu kulluk imanı içinde bakmak, her şeyi bu
anlayış içinde yerine koymaktır.
İslâm dini bu “ebedî mutluluk vasıtası kulluğu, bu bağlılık
içindeki hürriyeti” temin edebilmek için insanlığa bir iman nizamı,
bir ibadet, hukuk, devlet, iktisat, cemiyet... nizamı getirmiştir.
Temizlik, namaz, oruç, hacc, zekât, cihad, Allah rızası için
yapılan her davranış, dua, zikir... ibadet binasının bölümlerini
teşkil etmektedir. İbadetlerin hikmet ve gayelerinin birisi ve en
önemlisi “nefsi tezkiye, ruhu tasfiye”dir; yani insanı terbiye
etmek, bütün imkân ve kabiliyetlerini hayra, iyiye yöneltecek hale
getirmektir