Peygamberimiz (s.a.)in üç vazifesi vardı: Peygamberlik, devletin ve toplumun liderliği, eğitim (irşad, insanların Allah’a has kul, Peygambere has ümmet olma yolundaki yürüyüş ve çabalarında yardımcı olmak, yol göstermek).
Fahr-i kâinât Efendimiz (s.a.) beka âlemine göçünce peygamberlik sona erdi, bu sebeple de kimseye intikal etmedi.
Diğer iki vazifenin Râşid Halifelere intikal ettiğine ve bu mübarek insanların her iki vazifeyi hakkıyla ifa ettiklerine inanılır.
Hilafet sonlandırılıp onun yerine saltanat yönetimi konunca devlet başkanlığı ile irşad vazifesi de birbirinden ayrıldı; insanlara yol gösterecek, kulluk yolunda ilerlemelerine ilmi ve güzel örnekliği ile yardımcı olacak zevat (bir manada gönüllerin sultanları) kimler oldu konusu tartışmaya açılmış oldu.
Tasavvuf yolunu izleyenler irşadın tarikat şeyhlerine intikal ettiğini iddia ederler. İlim, amel ve özellikle sünnete ittiba yoluyla kemalin hasıl olacağına, seyir sülük yönteminin gerekli olmadığına inananlar ise bu vazifenin rabbânî alimlere geçtiğini söylerler.
Tasavvuf yolu ilim ve imanın yakin (kesinlik), ibadetin de ihsan ve ihlas özelliği kazanmasını hedeflemiştir. Bu hedefe ulaşabilmek için ilim ve sünnete ittiba şart, hedef de bütün müminlerin hedefi olduğuna göre bu noktada tasavvuf erbabı ile bu yolu izlemeyen ulema ittifak etmişlerdir, etmek durumundadırlar. Bundan ötesi bir metod, bir eğitim yöntemi meselesidir. Hangi yoldan olursa olsun kendini, Allah rızasına adamış, insanları iyi birer kul, İslam’ın güzel insanı yapmak için çalışmayı iş edinmiş kimseler İslam’da ruhbanlar (din adamları) değil, râbbânîlerdir (Allah adamlarıdır, ricalullahtır, salih ve mücahid kullardır).