Din ile sosyal hayatın, medrese ile tekkenin, cami içi ile
dışının birbirinden ayrılması, bir bütünün, birbirini bütünleyen
unsurların parçaları gibi değil de seçenekler gibi ele alınması,
birbiri ile ilişkisinin koparılması nasıl sun'î, sağlıksız, İslâm
dışı ve seküler bir tutum ve telakki ise şeyh ile âlimin (hocanın)
birbirinden ayrılması, birer seçenek olarak düşünülmesi de aynı
doğrultuda ve değerde bir tutumdur. İslâmî hayata uyum sağlayacak
ve ümmet içinde sosyalleşecek her bir Müslümanın öğrenmek ve
eğitilmek için yardımcılara (öğretmene, eğiticiye, rehbere...)
ihtiyacı vardır. Öğrenme ve eğitilme ihtiyacı büyük ölçüde aile
içinde karşılanırsa da yalnızca ailenin yeterli olmadığı ve
olmayacağı âşikardır.
Belli bir döneme kadar İslâm'ı öğreten şahıslarla, İslâmî eğitim
veren, insanlara İslâmî faziletleri kazandıran şahıslar aynı idi.
Tasavvuf hareketi doğunca kısmen de olsa öğretme ve eğitme
kurumları birbirinden ayrılmaya başladı. Giderek birinci işi
medreseler ve mektepler, ikincisini ise tekkeler üstlenmiş oldu.
Medrese ve mektepteki öğrenme rehberinin adına müderris, muallim,
hoca... denildi, tekkedeki eğitim rehberinin adına da şeyh, pir,
mürşid gibi isimler verildi. Bunlar birbirine sıcak baksa ve
yekdiğerini tamamlasa idi mesele çıkmayacaktı. Durum böyle olmadı,
iki kurum arasında rekabet ve mücadele başladı, biri diğerini
küçümsedi, küçümsemenin de ötesinde suçladı, ittiham etti, dışladı.
Bu kavga hâlâ sürmese idi bu yazının konusu da olmazdı