Laikçiler dini devletten, siyasetten, hatta toplumdan
uzaklaştırmak, yalnızca ferdin hayatına ait kılmak, orada
sınırlamak istediler ama buna muvaffak olamadılar; çünkü ferd ile
toplum ve devlet hayatını birbirinden su geçirmez kaplar gibi bölüp
ayırmak eşyanın tabiatına, fıtrata ve sosyal-psikolojiye aykırı
düşer.
Dindar fertler inanç ve hayat tarzlarını yaymak, kendilerinden
olanların sayısını arttırmak isterler; bu istek hem dinden gelir,
hem de inanan kişinin ihtiyacından kaynaklanır. Evet ferdin buna
ihtiyacı vardır; çünkü o bir cemiyet içinde yaşar, diğer fertlerle
çeşitli ve karmaşık ilişkileri olur, bu ilişkilerde problem
yaşamamak veya daha az yaşamak için inanç, duygu, düşünce, davranış
ve hedefler bakımından azami ortaklıklar arar.
Bu ortaklıklar ya “sahih İslam'ı anlatan, herkese açık kaynaklarda
açıklanmış bilgilere ve kurallara” göre kurulur ya da “her biri
sahih İslam'ı temsil ettiğini iddia eden ve genel kurallara ek bazı
sübjektif kurallar ve inançlar ileri süren gruplar” içinde kurulur.
İşte “dini gruplar” buradan doğarlar.
Dini gruplar son zamanlara kadar mezhepler ve tarikatler şeklinde
görülüyordu, son zamanlarda bunlara bir de “cemaat” kavramı ve
yapısı eklendi.
Cemaat, hizmet, Gülen hareketi, pdy gibi isimlerle anılan bu bid'at
yapıya kadar cemaat deyince iki şey anlaşılırdı: 1. Cami cemaati
(veya bir imama uyarak namaz kılan topluluk), 2.Sahih İslam
çerçevesinde birleşmiş İslam toplumu (ehl-i sünnet ve cemâ'at).
Meşru cemaat kavramına uymayan “Gülencilik” eklektik bir yapı:
Mezhepten, tarikatten, islâmî hareketlerden, geçmişte İslam'da ve
İslam dışında yaşanmış kısmen benzer hareketlerden birer parça
alarak bir yapı oluşturulmuştur. Bunun temel özelliği Fethullah
Gülen'le ilgili gerçek dışı, hayale ve telkine dayalı keskin
inançtır. Bu inanca sahip olanların belirleyici referansları F.
Gülen'in “sözleri, filleri ve tasvipleridir”. Buna karşı Kur'an
âyetleri ve hadisler okusanız, Cebrâl'i getirip “şu yanlış”
dedirtseniz fayda vermez, şâgirdi inancından ve kararından
vazgeçiremezsiniz.
Gülenci hareket uzun zaman kendini “iyi insanlar, iyi vatandaşlar,
millete, memlekete ve dünyaya hayırlı hizmetlere kendini adamış
elemanlar yetiştirme hareketi” olarak tanıttı ve buna inanmamızı
sağladı. Şüpheleri ve ithamları da tevillerle, yorumlarla,
gerektiğinde geri adımlarla savmasını bildi. Son dört yılda ise
mızrak çuvala sığmadı, mahiyetleri ve hedefleri anlaşılınca angaje
olmayan iyi niyetli destekler kesildi ve mücadele başladı. Sonunda
hareket, hesapladığı güce ulaştığını ve kıvama erdiğini sandı,
hedefine engelsiz yürüyebilmek için iktidarı hem de kanlı bir
kalkışma ile ele geçirmeye teşebbüs ederek “intihar etti”. Az da
olsa bazı mensuplarının gerçeği anlayarak normalleşmeleri, geri
kalanların da zararsız hale getirilmeleri tabii olarak zaman
alacaktır.
Üst akıl üzerinde çok duruluyor, ama unutmayalım ki, bu yapıları
kuran değil, kullanandır üst akıl, biz kullananları engelleyemeyiz
ama açık olurlarsa kuranları denetleyebilir ve
engelleyebiliriz.
Hak veya batıl mezhepler ve tarikatler “din anlayışı, eğitimi ve
mevcut şartlarda mümkün olduğu kadar hayata geçirilmesi” işi ile
meşgul olsalar, devleti ele geçirmeye kalkışmasalar, birbiri ile de
iyi geçinseler; kavgayı, kendi varlığını diğerinin yokluğunda
aramayı, fitneye sebep olacak şekilde rekabeti bir yana bıraksalar
topluma bazı faydaları olabilir, zararları da asgariye iner. Ama
görülen manzara şudur ki, ilişkiler böyle olmuyor, -pek azı
müstesna- her biri bir şekilde devlete nüfuz etmeye çalışıyor,
seçimlerde partilerle pazarlığa girişiyor ve oyunu amacı için
kullanıyor, güçlendikçe itidalden ve adaletten ayrılıyor, birliğin
tutkalı olacak yerde ayrılığın, bölünmenin, didişmenin amili
oluyorlar.