Mal, mülk, para… Allah’ın kullarına emanet ettiği varlıklardır; bunları, dünyadaki sahipleri, Allah’ın kitabında koyduğu, Resulüne açıklattığı kurallara uygun olarak kullanacaklardır.
İslâm’ın mali ibadetler için koyduğu zenginlik sınırı/ölçüsü oldukça azdır; bunun da sebebi/hikmeti sosyal yardımı ve yeniden dağılımı azami genişlikte yaymak ve ifa etmektir.
Bir Müslüman, israfsız bir yıllık geçimine denk düşen cari varlığına (zekata tabi malların miktar ve para olarak bu kadar tutarına-ki buna havâic-i asliyye denir) sahip ise zekat ödemekle yükümlü değildir(zengin sayılmaz). Bu miktar kadar mesela parası, altını, gümüşü, ticari malı daha varsa ve bu mallar bir yıl boyunca onun mülkiyetinde kalmış ise zekat bakımından zengin sayılır ve zekatını ödemesi gerekir.
Bir yıllık gider dışındaki para veya ticari serveti zekatın tüketmemesi için bununla para veya ek mal kazanmak gerekecektir; bu ise yatırım, üretim ve ticaretle olacaktır.
Müslümanlar ihtiyaçları kadar harcarlar ve sonu gelmez arzularına karşı durabilirlerse bir yandan zekat ve faizsiz borç (karz-ı hasen) verebilmek, diğer yandan ülkenin zenginliğini ve gücünü arttırabilmek için para biriktirirler (tasarruf yaparlar), bu güzel niyetlerle tasarruf mali ibadet ve cihad sayılır.
Peki, halkı Müslüman olan Türkiye’nin diğer milletlere nispetle tasarrufu hangi boyuttadır? Ve tasarrufu az olan bir toplumun hali nice olur?