Bugün Müslümanlar tam da düşmanlarının istediği ve planladıkları
gibi ulus devletler şeklinde parçalanmış, üstüne üstlük çoğu
birbirine düşmüş, savaş, düşmanla işbirliği ve en azından
ilgisizlik içinde bulunuyorlar ki, bu durumu din ve akıl yönünden
onaylamak mümkün değildir ve her bir müminin birlik çaresi araması,
elinden geleni yapması farzdır.
Daha önceki bir yazıda vazifenin üç yüklenici grubu olabileceğini
yazmıştım: İdareciler, âlimler ve kanaat önderi şahıslar ve hizmet
grupları.
Bugün de idarecilerden ve özellikle Nadir Şah'tan (1688-1747)
bahsedeceğim.
Nadir Şah ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış durumun iyice
kötüleşmesi üzerine kurtarıcı olarak görülmüş ve Safevi Devleti'nin
başkomutanlığına getirilmişti. Ancak durumun vahameti onun tahta
çıkmasını gerektirmişti, o, İslam dünyasını birleştirme ülküsünde
samimi olduğu için kendisine teklif edilen tahta geçmeyi,
“Safevilerin benimsediği şekliyle Şiiliğin terkine ve kendinin
tanımladığı Caferiliğe dönülme” şartına bağlamıştı.
Şii ve Sünni dünyası arasındaki ayrılıkları gidermek ve dostluğu
sağlamak amacıyla 1743 yılında Necef'te Hz. Ali Türbesi'nde İslâm
âleminin bölgedeki ileri gelen ulemasının katıldığı bir toplantı
düzenletti. Toplantıya önde gelen Şii uleması ile Maveraünnehir ve
Afganistan bölgesinin Sünni âlimleri katılmışlardı.
Bu konuda karşılıklı imzalanan tutanak Nadir Şah'ın uzun bir
önsözüyle başlamaktadır. Sayın M. Saffet Sarıkaya'nın nakline göre
Nadir Şah'ın önsözünde şu ifadeler vardır:
“Ben (Şah), 1148 senesinde, Mogan sahrasında, sizinle bey'at
ederken (Ashaba) dil uzatmayı terk etmenizi sizlere şart koşmuş
bulunuyordum. Şu andan itibaren sebb-i Şeyhayn'i