Kadınları çok sevdiği için onları döven,
öldüren, hakaret eden…
Kadınların emeğini
sömüren.
Hayatın anlamını, var oluşunun güzelliğini
birden unutuveren…
Meksika’da deprem… Onlarca
cansız beden…
Türkiye nere, Meksika
nere?
27 Kasım
1999…
Yazımın başlığı “Gök
ölünce”…
Arife Bebe’nin ölümünü
anlatıyorum…
Arife Bebe öldü.
Dışarıda kar ve soğuk
vardı.
Tüpgaz
patladı, çadırlar yanmaya başladı.
Marmara
depremi sonrasıydı. İzmit’ten Adapazarı’na;
Düzce’den Gölcük’e dek o ağır
yaşam koşulları için binlerce insan, adlarını bile hiç duymadıkları
şairlerin dizeleriyle uyanıyorlardı.
Gece karanlığının içindeyken uzaklarda
çalan bir ezgi, ayak
sesleri dinlenen sokaklardan ölü
kentlere ulaşılıyordu.
“Bir gök ölüyor ellerinde
ve inceliğinde bir başka gök
doğuyordu.”
Yeni bir günle uyanan
insanlar puslu sabahın
ayazında çadırlarından
çıkıyorlardı.
Ellerini ısıtacak güneş gecenin karanlık
sokağında mı sıkışıp kalmıştı?
Ülkeler ve toplumlar farklı
olsa da onlar aynı acıyı
paylaşıyorlardı.
Türkiye ve Meksika.
Bir deprem…
Çöken binalar, çığlıklar, kurtarılmayı
bekleyenler.
Arife Bebek sevilmeye doymadan, yaşamı
kucaklayamadan Carlos
Oquendode
Amat’ın “Melek ve
Gül” şiirinden olduğu gibi uçup
gitmişti.
Belki o saatte bir gül kolu büyüyor ve küçük
bir kız çocuğu ağlıyordu…
***