Hukuk devleti düzeni içinde dini araç olarak kullanmak,
kadınları aşağılamak...
Suruç katliamında 31 can alındı...
O günden bugüne
dek 31 canın üzerine 50
can eklendi, şehit cenazeleri gelmeye
başladı.
Ay-yıldızlı bayrağımıza sarılı tabutlar, ayakta zor
durabilen babalar,
analar, eşler, çocuklar...
Polis, subay, astsubay, uzman çavuş...
Dün değindiğim gibi hepsi ama hepsi köylerde,
kasabalardaki yoksul evlerin
insanları.
Esnaf, çiftçi, memur...
Bir yandan ölüm haberleri, öte yandan parti kapatmak için yapılan
hazırlıklar...
Baktılar ki, parti kapatmak muhteremlere pahalıya patlayacak,
başta SelahattinDemirtaş’ın
ve şöyle bir 10- 15 kişinin dokunulmazlığını kaldırıp kodese
atarsan, Güneydoğu’daki oylar
bir “tekrar seçim” sonunda AKP’ye gelir...
400 milletvekili yeter de artar bile...
Peki Türkiye ne olur bu arada düşünen var mı?
Söyleyeyim:
“90’lı yıllardan beter oluruz...”
Bu sözümü bir kenara yazın ve düşünün...
Bu işleri “İslamın ümmet anlayışı”yla falan
çözemezsiniz...
Bakın Ortadoğu’ya, Kuzey
Afrika’ya, Afganistan ve Pakistan’a,
yaşananları göreceksiniz.
İslam coğrafyasında insanlar ve halklar
arasında korkunun ve düşmanlığın
ekinibitip tükenmiyor.
Mezhep savaşları, köktendinci terör her tarafı kuşatmış durumda.
Hukuk devleti düzeninde bir parti lideri “Kuran’a el bassın,
ortak hükümet kuralım” diyebiliyor.
Türkiye’nin din ve derin milliyetçilik sarmalında
nereye dek gideceğini gerçekten merak ediyorum.
***
Bir pazar sabahı uyandığınızda hayatı nasıl kucaklamak
gerektiğini, gökyüzünün mavi aydınlığını, aşkı, sevdayı,
yalnızlıkları anlatmak ne güzel olurdu...
Korkusuzluğu yazmak, derin vadileri, kuşları anlatmak...
Ahmed
Arif’in, Hasan Hüseyin’in, Oktay
Rifat’ın dizelerinde, pul pul olmuş
tarifsiz bir acıyı, hayatın
yedi rengini yazıp, haykırmak isterdim:
“İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O malta bıçağı, kınsız, uyanık,