499 gündür tutuklusun. İki kış
geçti.
Umutlarımızı hiç yitirmedik...
Seni çok özledim.
Odanın önünden geçiyorum.
Işıkları yanmıyor odanın.
Buruk bir sevinç var içimde. Sadece sen kaldın
içeride.
Okuduğun yazıyı senin için
yazıyorum.
Aydınlık günler olsun umutlarımız.
İçimizdeki çocuk hep diri kalsın ve hiç
büyümesin.
Sevgiyle kucaklıyorum.
***
Bir sıkıntı büyüyor içinizde biliyorum; o
sıkıntı yaşamdan alıp koparıyor sizi anlıyorum...
Akvaryumda o turuncu küçük balığı izlediğinizin
farkındayım. O balığın yalnızlığını kendi iç
evreninizde büyüttüğünüzü görüyorum...
Kuşku dalga dalga yayılıyor o
anda...
Çevrenizde belki de bir eylül kokusu
var...
Gözlerinizin büyüdüğünü, ellerinizin
titrediğini sezebiliyorum...
Savaşı kendi düşlerimizde yok edebilir miyiz
acaba? Sevgiyi çoğaltabilir miyiz, güneşi, havayı
ve suyu çağırarak?
Bir kadın yaşamın gölgesinde
sevdayı arıyor durmaksızın, bir adam kuşları
salıveriyor kafeslerinden, bir çocuk kâğıttan
kayıklarını sulara bırakıyor...
Yağmur mu yağıyor yoksa fırtına mı esiyor
bilemiyoruz. Yorgun muyuz yoksa âşık mıyız
anlayamıyoruz...
Ben durmadan gözlerine bakıyorum
senin...
Mavi sabahlarda uyanmayı
seviyorum, saçlarını okşamayı arzuluyorum...
Geceleri çok sıcak oluyor buralarda,
uyuyamıyorum...
Ne trenler geçiyor istasyonlardan ne de
beyaz gemiler yanaşıyor limanlara...
Sizleri düşündüğüm oluyor, özlediğim;
güvercinleri uçurduğumuz sabahları da arıyorum...
Biliyorum, bizim buralarda yabancı bir adamla
kadın ilk kez konuştular aylar sonra, ilk kez yan yana
durdular.
Kadının gözleri ve saçları
siyahtı...
Bir şeyler mırıldandılar ama hiç kitaplardan
söz etmediler, tiyatroya, sinemaya gitmeyi
düşünmediler...
Bir iki dakika konuştular ve
ayrıldılar...
Akvaryumdaki o turuncu
yalnız balık onlara hiç aldırış
etmedi...
Bir ses duyuldu bir süre sonra, eski zamanları
anımsatan...
Bir şiir okundu Şükran
Kurdakul’dan, insanın içine tarçın kokuları
dolduran:
“Bir hapislik korkusu, bir cesaret/
Bir seferberlik karanlığı, bir ışık/ Bir kitap, her
yaprağında anıların kanı/ Bir şarkı alanlara
sığmayan/ Bir heves denize çıkar gibi/ Bir sevda
dar gelir damarlarına/ Bir resim, kendini arayanlardan
biri/ Bir kuşku soranlardan sormayanlara/ Bir
gerçek dünyaların gerçeği/ Bir kadın senin gibi/
Bir adam benim gibi.”
***
Bir kadın yaşanmamış
hikâyeler anlatıyor sana...
Sen sürekli gözlerinin içine bakıyorsun o
anda...
Gün doğdu doğacak, ay eylül...
Biricik sevincinden şarkı; söylerim erkek sesle
aşktan; tam yılın sevişme zamanı...
O karartılar dimdik yükselen tepeye karşı;
büyür büyür ya da hemen küçülüverirlerdi bazen...
Saçlı sakallı karartılar insanca ağlayan; ışık
içinde dağa adım adım kayarlardı...
Ey gemiciler, ey üzgün
kadınlar, can yoldaşlarım benim! Bari sizler beni
hatırlayın! Sizler tutun ellerimden! Kurtarın tüm kadınları
Apollinaire’nin yalnızlığından...
Bak yaprakları kararsız bir
güz limanı; kalabalıkta el el yaprak savuruyordu;
sevdanın hınzırlığı gözlerini vuruyordu...
Kaçıyordun hep sevişmelerden, kaçıyordun
menekşelere aldırış etmeden...
Gözlerinde deniz, gözlerinde
gemi...
Gözlerinde çırılçıplak çocuklar...
Bilmem tanır mıydın Cahit
Irgat’ı?
Rüzgâr esiyor rüzgâr, meltemdir, güzel dünya
üzerinde matemdir...
O akvaryumda turuncu renkli balık dolaşıyor
serseri gibi...
Kalbinizin üç köşesi yangın yeri, perişan;
isyan değil arzudur şimşek şimşek
parlayan...
***